Bu yıl on beşincisini idrak ettiğimiz !f yine dolu dolu bir programla Şubat ayımızı güzelleştirdi. Bu yıl genelde gittiğimden daha fazla filme gittim galiba. İşte gördüklerim:

15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali Şubat ayımızı güzelleştirdi

Anomalisa: Festivalin en iyisiydi. Açılışta gördüğüm bu animasyonun kahramanı, yabancılaşmanın bir türü gibi görülebilecek ama fiziksel nedenleri de olan bir sendromdan mustaripti (fregoli sendromu). Yani insanları birbirinden ayırt edemiyor, herkesi tek bir kişi gibi algılıyordu. Bu kişinin işinin pazarlama konusunda seminerler vermek olması, her insanı bir tür müşteri olarak gören bir bakış açısını taşıyor olması da manidardı. Karısı, eski sevgilisi, hatta oğlunu bile aynı gören kahramanımız, sonunda farklı görünen, çekingen, utangaç ve kendine güvensiz bir kadınla bir yakınlaşma yaşıyor ama sevişmenin ardından yine her şey eski haline rücu ediyordu. Diyalogların mükemmelliği, değişen ruh hallerinin nüanslarındaki inceliği, aynı anda hem komik hem acıklı olabilen sahnelerin çokluğu ve mükemmel seslendirmeyle Anomalisa bir kez daha seyretme isteği bıraktı. Charlie Kaufman ve Duke Johnson imzalıydı Anomalisa.

15-f-istanbul-bagimsiz-filmler-festivali-subat-ayimizi-guzellestirdi-116712-1.>> Aşk 3D: Festivalin olay filmi Gaspar Noe’nin 3 boyutlu "Aşk"ıydı. Film hakkında bayağı kötü şeyler duymuştum ama ben filmi beğendim. Evet, çok uzatmıştı, daha kısa olmalıydı. Ama bütün ayrıntısıyla gösterilen sevişme sahnelerini söylenenlerin aksine mide bulandırıcı değil çoğunlukla estetik buldum. İlişkinin gidiş gelişleri iyi işlenmişti: Eş değiştirme fantazisine açılıp ardından pişman olmalar, aldatmalar, uyuşturucu deneyleri, güzel komşu kızla yine sonu hüsranla biten fantaziler... Doğrusu filmin biraz yüzeysel olduğu da söylenebilir. Yine de, ufak ufak denenen ("Mahremiyet", "9"Şarkı" vs.) cinselliğin bütün grafikliğiyle perdeye yansıtılması çabaları içinde yeni bir aşamayı gösteren "Aşk"a hoşgeldin diyorum.

>> Suriyeli Aşk Hikâyesi: Hayatını siyasete adamış bir insan, sürgüne gitmek zorunda kalırsa ne olur? Üstelik bu insan bir erkek değil, evli ve çocuklu bir kadınsa? Suriyeli Ragda kendini devrime adamış bir sosyalist/komünist. (Filmin büyük kusuru Ragda’nın ideolojisini muğlak bırakması ve Suriye iç savaşındaki aktörlerden ve onların destekleyicisi ülkelerden hiç söz etmemesi. Suriye’de olan biteni Esat’la halk arasındaki savaş indirgemesi.) Kocası ise artık politikayla ilgilenmeyen bir Filistinli. Ragda ve ailesi ne zaman Suriye’den uzaklaşsa Ragda bunalıma giriyor. Kendisi olamıyor. Bu durumda kocası ve ailesiyle arasına bir uçurumun girmesine yol açıyor. Sorun mülteciler açısından güvenli bir ülkeye kapağı atmakla bitmiyor. Köksüzlük ve amaçsızlık da öldürücü olabiliyor.

>> Babasının Kızı: Finlandiya’da, Finli bir anne ve Türk bir babanın kızı olarak doğan ve annesiyle babasının ayrılmasından sonra babasıyla yaşayan Melisa Üneri, babasından kopuş sürecini anlatmış. Çok akıcı, çok çarpıcı, çok cesur ve çok dürüst. Hadi olabildiğince dürüst diyelim, hakikati tam anlamıyla bilmediğimize göre... Neredeyse ensest sınırlarında dolaşan baba kız ilişkisi, bir babanın neler yapmaması gerektiği üzerine bir eğitim filmi olarak da gösterilebilir. Babayı da kutlamak lazım fakat, kendisine tutulan aynaya bakma cesareti gösterdiği için.

>> Janis: Hüzünlü Küçük Kız: Amy’den sonra bir başka 27’lik yani 27 yaşında hayata veda eden rock/pop yıldızının hikâyesi daha. Janis’in, lise yıllarında ırk ayrımına karşı duruşundan dolayı şiddete, mobbinge maruz kalmış olması ve nihayetinde ksas’ı terk etmek zorunda kalması, hikayenin bilmediğim bir yönüydü. Janis’i daha da çok sevdim. Bu büyük şarkıcı, Amy gibi yaralarını hiçbir zaman tam anlamıyla iyileştiremiyor fakat. Hele müzik dünyasında kadın olmak hele o yıllarda hiç kolay değil. Müzik endüstrisi de işleri kolaylaştırmaktan çok zorlaştırıyor. Hüzünlü bir hikâye.



>> Ayrık Otu: Bu İspanyol filmin başrol oyuncusu ve senaristlerinden Alvaro Ogalla’nın müthiş sempatikliğinden çok şey kazanıyor. Ogalla filmde kendisini pek öyle görmese de bir tutunamayanı (Gonzalo) canlandırıyor. Bir gün Katoliklikten çıkmaya karar veren kahramanımız bunun hiç de kolay olmayacağını kısa sürede anlıyor. Kurumlar, bireyi kıskıvrak kuşatmıştır ve ayrıksılığa yer yoktur. Hoş Gonzalo da öyle radikal kopmalara çok hazır değildir. Çocukluktan beri ensestiyöz ilişki içinde olduğu kuzeninden, hakkında fanteziler kurduğu annesinden kopacağı yoktur. Bu küçük bütçeli film, küçük ve sevimliydi.

>> Kayıp ve Güzel: Pietro Marcello’nun Locarno’da yarışan filmi kurmaca ile belgesel arasında dolanıyor. Seyri hoş, görüntüler güzel ama filmin temaları arasındaki bağ fazlasıyla muğlak. Bir miktar da İtalyan folkloru bilmek filmden daha fazla zevk almanın ön şartı gibi gözüküyor. Konuşan bir mandanın da olduğu bu filmden aldığım mesaj şu: En azından kırmızı et yemeye bir gün veda etmeliyim. Evet; kızım bir büyüsün hele.

>> Suikastçı: Bir kez daha seyretmeliyim. Açıkçası, dikkatimi toplayamadım. Görüntüler çok iyiydi, ne anlatıyordu acaba?

>> Sığınak: Bu Alma filmi iyi başladı. Sürreel atmosferi bir yere kadar çok keyifli gitti. Aile ve çocukları hasta eden ilişkiler, Yorgos Lantimos’un filmlerini hatırlatıyor. Ama film aynı tadı koruyamadı.

>> No Home Movie: Chantal Akerman’ın sinemasını pek tanımadığım için utanmalıyım, evet. Ama bu filmi seyredince çok da merak duymadım doğrusu. Akerman annesiyle ilişkisinden görüntüleri kurgulamış. Bol bol boş an içeren bir film. Bazen ilginç diyaloglar var ama hangi insan ilişkisinden bazı anları kurgulasan o kadar olur.

>> Belirsizlik Teorisi: The Residents Hakkında Bir Film: The Residents hakkında bildiklerimize daha doğrusu bilmediklerimize yeni pek bir şey eklemiyor.

>> İşte Bu Her Şeyi Değiştirir: İşte ne her şeyi değiştirirmiş? Anlayan beri gelsin. Naomi Klein’ın Şok Doktrini kitabını çok sevmiştim. Ama yazarın her konuda yepyeni bir şeyler bulma iddiasının zırt dediği yer işte burası. Klein, küresel ısınma konusunda sanki çok önemli bir keşif yapmış gibi ortaya çıkmış ama söylediği yeni hiç bir şey yok. Eski bilinenleri de doğrusu iyi toparlayamamış. Kapitalizm demeye çekinen bir eylemci var filmde. Klein, filmde bu çekingenliği saptasa da aynı çekingenliğe kendisi de katkıda bulunuyor. Sorun küresel kapitalizm Naomi, çocuğun adını koysana!

>> Körlük Üzerine Notlar: Filmin 20. dakikası geldiğinde sonunda körlük üzerine bir şeyler söyleyecekmiş hissine kapılıyor seyirci. Körleşen kahraman körlük üzerine notlar almaya karar veriyor, sonunda. Hah, film artık ilginçleşecek diyoruz ama olmuyor. Körlük kötü, tanrı inancı iyiymiş. Ama tanrı iyi olduğuna göre, körlük de bir hediye olmalı mıymış neymiş.