Yarın, 15 Temmuz 2016’da yaşadığımız, Fethullahçı bir tertip olduğu kuşku götürmez darbe girişiminin ikinci yıl dönümü. O gece, bu ülkede çoğu insanın bir daha olacağına ihtimal vermediği; hele tankların, helikopterlerin, uçakların ve ağır silahların karşılarına çıkan 249 insanı katlederek ilerleyebileceklerine hiç mi hiç ihtimal vermedikleri bir darbe girişimi gerçekleşti.

Neyse ki, gerçekleşen darbenin kendisi değil de girişimi oldu!

Demokrasi ve özgürlükler açısından bugünkü durumdan ne kadar şikâyetçi olursak olalım, darbenin gerçekleşmiş olmasının nelere yol açacağını düşünmek bile istemiyorum. Darbe girişiminin kendisi; uçaklarla, helikopterlerle kendi vatandaşlarını katledebilen gözü dönmüşlük, başarılsaydı neler olacağının da kanıtı.

Öte yandan, ülkeye ve insanlarına kan ağlatacak bir darbe girişiminin püskürtülmüş olması, yeni girişimlere izin vermeyecek ve darbeci kalıntılarını ortaya çıkaracak kabul edilebilir bir sürenin sonrasında, ülkenin nefes almasını gerektirirdi. Demokrasi ve özgürlükler açısından…

Tersi oldu!

Darbe girişiminden hemen sonra, 21 Temmuz 2016’da OHAL ilan edildi. İlan eden yetkili ağızlar tarafından belki 3 ay bile sürmeyeceği, en kısa sürede kaldırılacağı söylendi, ama uzatıldıkça uzatıldı. 15 Temmuz’un ikinci yıldönümüne OHAL içinde geldik ve görünen o ki OHAL’in kalktığı gün çıkarılacak bir yasa ile onun her hali kalıcı olacak, olağanüstülük olağanlaşacak.

AKP, MHP ve Erdoğan kendilerine oy verenlerin bunu dert etmemesinin, OHAL’in yalnızca muhaliflerini rahatsız etmesinin rahatlığı içindeler.

Ancak, en basit demokrasi nosyonu; özgürlüklerin, hakların ve adaletin yalnızca sizin gibi düşünenler için değil, asıl olarak sizin gibi düşünmeyenler için olduğunu kabul etmeyi gerektirir.

ODTÜ öğrencileri, bu ülke mahkemelerinde kaç kez berat etmiş karikatürlerden oluşan bir pankartı taşıdılar diye, bu kez bu ülkenin bir başka mahkemesi tarafından tutuklanıyorsa bunu en geri demokrasi standardı içinde bile açıklayamazsınız.

Bir ülkeye, sabaha karşı kapısı çalındığında yalnızca iktidar yanlısı değil, asıl olarak iktidar muhalifi “Sütçüdür” diye düşünebiliyorsa, demokrasi denir.

15 Temmuz’dan bu yana, KHK’lerle, darbe ile uzaktan yakından ilgisi olmayanların da işlerinden edildiğini, darbe girişiminin muhalifleri susturma fırsatına dönüştüğünü gördük.

15 Temmuz’un ikinci yılında medya dün olduğundan çok daha fazla kontrol altında, sivil toplum ve toplumsal örgütlenmeler yok edilmedilerse eğer daha ağır baskı görüyor, CHP’lisi de dahil bütün muhalifler kendilerini çok daha fazla tehdit altında hissediyor.

Barışçıl gösterilerin, basın açıklamalarının polis müdahalesi ve gözaltılar olmadan gerçekleştirilebilmesi neredeyse olanaksızlaştı.

Yargının ve mahkemelerin tarafsızlığına, bağımsızlığına güven sıfırlanmış durumda. Oysa, bırakın bir demokrasiyi, herhangi bir devleti ayakta tutan yargıya güvendir. “Adalet mülkün (devletin) temelidir” diyen Roma İmparatorluğu’ydu ve çağdaş demokrasilerin hayalinin olmadığı imparatorluklar çağında bile adaletten yoksun devletin ayakta kalamayacağı kabul edilmişti.

15 Temmuz’dan bu yana OHAL altında geçen iki yıl içinde Başkanlık sisteminin önündeki bütün engeller kaldırıldı ve bizi yeni sisteme getiren yolun taşları döşendi.

15 Temmuz’la ilgili hâlâ pek çok soru işareti var. TBMM Darbe Araştırma Komisyonu dönemin MİT Müsteşarını ve Genel Kurmay Başkanını komisyona getirip onlara sorular soramadı. Komisyonun CHP’li üyelerinin araştırma süreci sonunda hazırlanan 1000 kitap sayfasını bulacak muhalefet şerhinde*; “15 Temmuz hain darbe girişimi öngörülen, önlenmeyen ve sonuçları kullanılan bir darbe olarak tarihe geçmiştir” denildi ve bu saptaması yüzünden de CHP sürekli iktidarın saldırılarına maruz kaldı.

2 yıl tarihe geçmek açısından henüz çok kısa bir zaman, ama “Bir darbeyi defetmenin sonucu demokrasiden de uzaklaşmak oldu” demek için yeterli bir süredir!

*15 Temmuz Gerçekleri, 2018, (Yayına Hazırlayan: Şükrü Küçükşahin), Ankara: İmge Kitabevi