“İstihbarat zafiyeti var” diyorlar; biri “eniştem haber verdi” diyor; Yıldırım, eşten dosttan öğrenmiş, bir diğeri ise eşinden: Ben de inandım.

Meclis’i devre dışı bırakma, işlevsiz kılma, parlamentoyu pratikte yok etme konusunda tanka, topa, tüfeğe başvurmadan istedikleri adımı atabiliyorlar.

15-16 Temmuz gecesi, maddi tahribat ve kayıpların ötesinde yüzlerce can, binlerce sağlık, on binlerce de istikbal mahvoldu. Ancak bu zihniyetin bundan ders alacağını düşünmüyorum geriye dönüp baktığımızda ne kadar haklı olduğumuzu net biçimde görebiliriz.

Biz biliyorduk, defaatle de yazdık: Kendi dışlarında bir siyasal özne oluşsun, ortaya çıksın istemiyorlardı. HDP seçimlere parti olarak gireceğini açıkladıktan, hele ki Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırtmayacağız” açıklamasından sonra ‘çıldırdılar’. Diyadin ihaneti iki-üç hafta sonra geldi: Bahar Şenlik’i yapan sivillere saldırdılar, hiç mi hiç utanmadan ‘adaylarımıza oy verin’ propagandası yapacaklar bahanesiyle.

15 Temmuz’a geldiğimizde ise yaşadığımız süreç başka bir boyuta geçti. 15 Temmuz sonrası yaşananlar bir demokrasi havasından ziyade AKP’lilerin şeriat özlemlerini dile getirdiği meydanların gerici sloganlarla otoriter yönetim heveslerinin açıkça ifade edildiği bir ortamı haber veriyor. Bu ortama bakarak bir demokrasi tartışması yapmanın pek bir anlamı bulunmuyor. Buradan çıkacak olan ancak dinci bir kafa yapısı olacaktır. Demokrasi lafını ağzından düşürmeyenler meydanlardaki otoriter yönelimlerden elbette rahatsız olmayacaktır.

Ancak ‘yeni Türkiye’nin ‘ileri demokrasi’sine bu da yetmez: Kimin kafası kesilecek, ona da halkımız karar vermeli.
Şunu söyleyip bitirelim: Darbeye karşı ‘milli mutabakat’ diye diye HDP’yi dışlayıp seçilmiş belediyelere kayyum göndermeye kalkanlar sadece demokrasi düşmanı değil; aynı zamanda ayırımcı, dışlayıcı, bölücü, vatan haini, halk düşmanı kan-oburlar ve Diyadin ihanetinden bu yana katlettirdikleri insanlarımızın yegâne katilleridirler.