M.Ö.G., Rekabet Kurumu’nda çalışıyordu. Ankara Beştepe’de 4 araç tarafından izleniyordu; indi, bir markete girdi, market çıkışı kollarına giren yüzleri açık kişiler onu siyah bir transportera bindirdi ve bilinmeyen bir yere götürdü. Kayıp.
H.K., BTK’de çalışıyordu. Şubat 2017’de işyerinden çıktı, Batıkent Metro Durağı’na geldi, saat 19:00’dan sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Kabanı,evine götürmek üzere aldığı yaş pasta aracının arka koltuğundaydı.

Aracında parmak izi tespiti yapılmadı, kamera kayıtları toplanmadı. Kayıp.

T.Ç,, Turgut Özal Üniversitesi’nde çalışıyordu. 31 Mart 2017 günü Yenimahalle Şentepe’de kaçırıldı. Hakkında açılan soruşturmada hiçbir iz yok. Kayıp.

Ö.A., özel bir okulda çalışıyordu. 1 Nisan 2017 günü kaçırıldı. Kamera kayıtlarını polisin toplamaması üzerine eşi, bu kayıtları bizzat kendisi polise verdi. 1 Nisan şakası değil, Ö.A 1 yıl 2 aydır yok. Kayıp.

A.O., MİT’te çalışıyordu. 1 Kasım 2017’de ailesiyle yaşadığı siteden saat 12:38’de çıktı, bir daha kendisinden haber alınamadı. Kayıp. Başka bir MİT mensubu olan M.G.’nin hikâyesini ise geçen hafta anlatmıştım. Her bir hikâyenin kahramanı KHK ile ya mesleğinden atılmış ya çalıştığı kurum kapatılmış ya da şüpheli olarak soruşturmaya uğramış.
Bu insanlar aylardır kayıp. Kaybolanlar, birer eşya değil ki ortadan kaldırılsınlar. Hasta değiller ki, yollarını şaşırsın, evlerine dönemesinler. Günlük hayatlarından sıkılmaları, evden ayrılmaları, uzun bir tatile çıkmaları ihtimali de yok. Hurşit Külter benzeri bir talihsizlik hiç söz konusu değil. Geride gözü yaşlı ailelerinin acılı, yorgun, perişanca bekleyişi, çocuklarının her an kapıya dikilen gözleri kaldı.

Kadın veya erkek, bu 6 insan, kendiliğinden yok olmadılar, devlet görevlileri olduğu apaçık kişiler tarafından kaçırıldılar, “zorla kaybedildiler.” Tüm şikâyetlerde, savcıların soruşturma yürütmedeki isteksizliği, polisin delil toplamaktaki yavaşlığı bu yüzden “tesadüf” değil. Planlı, organize, işbölümü halinde yapılan bir eylem söz konusu: “Kaçırarak Kaybetme.”
Failler, sadece “kişiler” değil, devlet. Zira, bir kişiyi gün içinde saatlerce takip etmenin, her tarafı mobeselerle izlenen başkentin cadde veya alışveriş merkezi girişlerinde son derece sakin hareketlerle kişileri kaçırmanın ve hiçkimseye hesap vermemenin, “faili devlet” dışında bir cevabı olmadı bugüne kadar. Tek fark belki de, 1990’ların “Beyaz Toros”unun yerini, “Siyah Transporter”ın alması.

15 Temmuz, Türkiye tarihinde daha çok tartışılacak. Kontrollü, izin verilmiş veya gözyumulmuş bir darbe girişimi sonrası ilan edilmiş Olağanüstü Hâl ile egemen hale gelen tek şey, tek kelime ile “hukuksuzluk.” KHK’yi dava edemezsin, kapatılan derneğin açılmasını talep edemezsin, gösteri yapamazsın, değil cumhurbaşkanı adayı, ejderha olsan hapishaneden dışarı bir video gönderemezsin.

Ama “hukuksuzluk” en çok “kaçırılarak kaybetme”de söz konusu. Bu 6 insan, aylardır “hukukun koruması dışındalar.” Nerede oldukları -bir polis karakolunda mı, dağ başında bir depoda mı-, hangi koşullarda tutuldukları, sağ olup olmadıkları bile bilinmiyor, hukuken -”şeklen” dahi- sahip oldukları hakları kullanamıyorlar. Hukuken bir “arafta”lar, tam anlamıyla bir “savunmasızlık” halinde. Sadece onlar da değil, aileleri de bu halde. Onlar da “hak arama hakkı”nı kullanamıyor. Zira önce polis, sonra savcılar bu kişileri çoktan “kayıp kişi” olarak zabıtlara yazdı bile.

Devletin en başta gelen görevi “bireyleri zorla kaybetmeme”, eğer bir birey zorla kaybedilmişse önce “suçu engelleme” ve sonra “failleri cezalandırma” yükümlülüğü var. “Zorla Kaybetme” suçu “kollektif” olarak işlendiğinden, 2010 tarihli Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkındaki BM Sözleşmesi, “konunun mahkeme önüne getirilmesini engelleyenleri”, “etkili yargısal yollara başvurmayı geciktirenleri” (m. 22.a) ve hatta aile yakınlarına “yanlış bilgi verenleri” de (m. 22.b) cezai açıdan sorumlu tutuyor. Zorla Kaybetme çünkü, “insanlığa karşı işlenmiş bir suç”.

Berfo Ana, Mirik Kayıpları, Hasan Ocak, Kenan Bilgin gibi simge isimlerin bulunduğu uzun listeye şimdi 15 Temmuz Zorla Kaybedilmişleri de eklenmek üzere. “Kaybedilen” sadece bir kaç insan değil, tüm toplumun hak ve özgürlükleridir.