Dr. Atilla ÖZSEVER 15 Temmuz darbe girişiminin üçüncü yılı nedeniyle askeri darbeler konusu yeniden güncellik kazandı. 15 Temmuz gerçekte ne idi? Ülkemizde şimdiye kadar başarıya ulaşmış üç askeri darbe söz konusu. Bunlar, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri. Bu üç askeri darbenin arka planının ortak özellikleri nelerdir, dış faktörlerin etkisi […]

15 Temmuz ve darbelerin anatomisi

Dr. Atilla ÖZSEVER

15 Temmuz darbe girişiminin üçüncü yılı nedeniyle askeri darbeler konusu yeniden güncellik kazandı. 15 Temmuz gerçekte ne idi? Ülkemizde şimdiye kadar başarıya ulaşmış üç askeri darbe söz konusu. Bunlar, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri.

Bu üç askeri darbenin arka planının ortak özellikleri nelerdir, dış faktörlerin etkisi nedir? Bu çerçevede 15 Temmuz darbe girişimini de incelemeye çalışacağız.

Türkiye’deki askeri darbelerin arka planında, ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar ve sınıf ilişkileri var. Bu arka planı, şu dört faktöre göre açıklamak mümkün:

• Mevcut sermaye birikim modelinin tıkanması

• Emperyalist güçlerin etkisi,

• Toplumsal hareketlenme ve özellikle emek mücadelesinin güçlenmesi,

• Egemen sınıflar arasındaki iç çatışma ve parlamenter sistemin buna çözüm bulamaması.

Bu faktörleri, üç askeri darbe dönemi ile ilgili incelemeye çalışalım. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP), özellikle 1955’ten itibaren ekonomik sorunlar yaşamaya başladı. Ekonomideki döviz bunalımı, 1958 devalüasyonu ile birlikte 1 doların 2.80 TL’den 9.00 TL’ye çıkması, pek çok tüketim ve yatırım mallarında daralmaya ve tıkanıklığa yol açtı. Muhalefeti ve gençlik hareketini susturmak için bir baskı rejimine yöneldi.

DP, sanayi sermayesinden ziyade ticaret sermayesi ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını gözeten bir politika izliyordu. Sonuçta sanayi sermayesi, memurları, öğrencileri ve kentlerde yeni oluşmaya başlayan işçi kesimini de yanına alarak ticaret sermayesi ve toprak sahiplerine karşı bir tavır sergiledi.

27 Mayıs Darbesi

27 Mayıs 1960 darbesi, bu ekonomik şekillenme üzerine oturdu. DP’nin sermaye birikim modeli tıkanmış, yerine ithal ikameci denilen yerli sanayi sermayesine montaj olanağı sağlayan bir modele geçilmişti.

İthal ikameci model, iç pazarın canlandırmasına dayandığından çalışanların satın alma gücünü artırmak amacıyla 1961 Anayasası ile birlikte işçi ve memurlara sendikal ve sosyal güvenlik hakları tanındı.

İthal ikamesine dayanan sanayileşme, bir süre sonra kıt döviz kaynakları nedeniyle dış krediye ihtiyaç duydu. Dünya ekonomisinin de 1970’li yılların ortalarından itibaren krize girmesiyle birlikte kapitalist sistemin yeniden yapılanması gereği doğdu. Ağustos 1970’te devalüasyon yapılarak bir ABD Doları 9 TL’den 15 TL’ye yükseltildi.

Mevcut sermaye birikim modelinin tekrar tıkanmaya başlamasıyla birlikte tek başına iktidarda olan Adalet Partisi’nin (AP) güç kaybetmesi, içinden Demokratik Parti’nin çıkması, Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’ni kurması, siyasal krize de yol açtı.
Öte yandan 1961 Anayasası’nın sağladığı olanaklarla örgütlenen işçi ve memur kesimi, sermaye sınıfını ürkütmeye başladı. 15-16 Haziran 1970 olayları işçi sınıfının önemli bir güç olduğunu gösterdi.

12 Mart Muhtırası

Zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” diyerek tepkisi belirtti. Ve nihayet 12 Mart 1971’de ordu muhtıra verince Demirel hükümeti istifa etti. 1971 darbesiyle birlikte memurlara tanınan sendika hakkı ortadan kaldırıldı, kimi grevler yasaklandı.

1974 sonrası petrol fiyatlarındaki artış ve dünyadaki ekonomik bunalım, Türkiye’yi de etkiledi. İthal ikameci model işlemez hale geldi. 24 Ocak 1980’de bir devalüasyon daha yapıldı. Demirel’in deyişiyle “Türkiye 70 cent’e muhtaç oldu”.

İşçi mücadelesi giderek sertleşti. Eylemler ve grevler yaygınlaştı. 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’ndaki miting bir kontrgerilla operasyonuyla kana bulandı, 34 kişi öldü. Bu arada ülkedeki siyasi cinayetler ve terör olayları artmaya başladı.

Parlamento da, bu sürece çözüm bulamadı. Uzun bir süre Cumhurbaşkanı seçilemedi. İşçi hareketini baskı altına almak ve ihracata dönük sanayileşme adı altında yeni bir sermaye birikim modelini uygulamak amacıyla 12 Eylül 1980’de bir askeri darbe daha yapıldı.

12 Eylül Darbesi ve ABD

12 Eylül askeri darbesinde ABD’nin de büyük rolü oldu. Nitekim 12 Eylül darbesinin hemen ardından CIA’nın Türkiye istasyon şefinin ABD Başkanı Carter’ı bilgilendirirken “bizim çocuklar başardı” sözleri de bunun kanıtı olarak değerlendirilebilir.

12 Mart’ta da döneminin AP’li Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in “CIA, altımızı oydu” şeklindeki sözleri de bir başka kanıttır.

27 Mayıs darbesinde ABD’nin rolü o kadar fazla olmamakla birlikte radyodan askeri darbe bildirisini okuyan Albay Alpaslan Türkeş, TSK’nın NATO şube müdürüydü. 27 Mayıs darbesinde de Türk ordusunun NATO’ya bağlılığı ifade edilmiştir.

Peki, 15 Temmuz darbe girişimini bu faktörlere göre nasıl değerlendirebiliriz?

Öncelikle 2016’da yeni bir sermaye birikim modeline ihtiyaç duyulmadığı ortadadır. ABD’nin 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi hiyerarşik bir yapıda 15 Temmuz’a açıktan destek verdiği de söylenemez. ABD’nin dolaylı bir desteği olsa bile darbe girişiminin emir komuta zinciri içersinde askeri hiyerarşiye uygun olmaması nedeniyle bu destek çok fludur.

AKP’ye karşı ciddi bir emek mücadelesi de söz konusu değildir. Meclis de tamamen AKP’nin kontrolündedir. Peki, o zaman 15 Temmuz nedir?

15 Temmuz Kalkışması

Gülen Cemaati ya da yeni adıyla FETÖ (Fetulahçı Terör Örgütü) , AKP’nin iktidara geldiği 2002’den sonra 10-11 yıl birlikte hareket etmiş, ne zamanki iki İslamcı fraksiyon arasında çıkar kavgası, devlete egemen olmada sorunlar baş gösterince çatışma başlamıştır. Dershane olayı, MİT krizi ve sonunda 17-25 Aralık hadisesi, bu çatışmanın başlıca örnekleridir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ’nün emniyet, yargı ve ordudaki örgütlenmesinden rahatsız olunca bu örgüt mensuplarını tasfiyeye girişmiştir. Özellikle Ağustos 2016’da yapılacak Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı öncesi TSK’dan 1.200 dolayındaki Cemaatçi subayın tasfiye edileceği bilgisi, bu kesimi can hayliyle bir “intihar” girişimine yöneltti. Tasfiye sonrası hapse girecekleri endişesi de, bu acemi darbe girişimine yol açtı.

Fethullahçı cuntacılar, darbeyi sabaha karşı yapmayı planladıkları halde bir şekilde bu girişimin sezilmesi üzerine darbe saatini erkene almak istediler. Erkene alınca da bir sürü acemiliklere başvurdular.

‘Darbe İptal Kodu’

12 Eylül 1980 öncesinde, darbenin herhangi bir nedenle ertelenmesi halinde askeri birliklere “darbe iptal kodu” adı altında bir emir de gönderilmişti. Darbeyi gerçekleştiren Genelkurmay Başkanlığı, böyle bir önlem de almıştı. 15 Temmuz’da ise böyle bir önlem düşünülmemişti.

Darbe girişiminde hiçbir üst düzey komutanın görev almaması da, başarısızlığın diğer bir faktörüydü.

Nitekim 15 Temmuz gecesi 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar, İstanbul Valisi ile birlikte basının karşısına çıkarak emir komuta zinciri dışındaki bu darbe girişiminin TSK tarafından desteklenmediğini belirtip darbeye katılmayan birliklerle gerekli tedbirlerin alındığını açıklamıştır.

Sonuç itibariyle 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’deki geçmiş darbelerin oluşum süreci ilgili dört faktör dikkate alındığında başarısız olmaya mahkumdu. Bu hareket, bir darbe girişiminden ziyade devleti ele geçirmek amacıyla iktidardaki İslamcı fraksiyona (AKP’ye) karşı çıkar çatışmasına giren diğer İslamcı fraksiyonun (FETÖ’nün) bir askeri kalkışması olarak değerlendirilebilir…