Öldürme yetkisi yaratıcıya, yargıca, bir de komutana aittir. İlk yetkili olan Tanrı, bu yetkisini cennete gönderme, cehennemde yakma ikilemiyle kullandı. Yargıç kalemi kırdığında bilirdiniz ki zanlı idam edilecektir. Komutan ise, bir savaş veya çatışmada hedefe varmak ve düşmanı alt etmek için -gerekirse- mahiyetindekileri ölüme sürme ve hatta öldürme yetkisine sahip kılınmıştır. Üçünün kudretini de insanlar gönüllü olarak kabul etmiştir. Elbette başka öldürücü yetki sahipleri de vardır; infazcılar, kontralar, gerilla liderleri, mafya şefleri; işlerini genellikle barbarca bitiren bu sonuncuların yetkisi, kanuni ve meşru değil, yasadışıdır.

Ordular, emir temelinde hareket eden silahlı büyük insan birlikleridir. Komutanlar orduları oluşturan birlikleri yöneten, emir verme yetkisine haiz kişilerdir. Emir, ordunun hizmetine ilişkin, yetkili komutan tarafından verilen, iş, eylem veya eylemsizlik bildiren direktiflerdir. Askeri emir, kanun ve nizamın gösterdiği şekil ve muhtevada olmalıdır. Emir söz, yazı ve sair surette ifade edilebilir. Astın görevi ise, emrin ifasından ibarettir. Yüzyıllar önce güvercinlerle ve dumanla dahi harekete geçen birliklerin yerinde, bugün whatsapptan dahi emir veren-alan askerler vardır.

Komutanın, bazı şartlarda (isyan, savaş, olağanüstü başka bir hâl) verdiği kritik kimi emirleri, emrindeki personelin ölümüyle sonuçlanabilir. Askerler bu yüzden, göreve başladıklarında “ölme-öldürme” kararlılığını da içeren özel bir yemin ederler. Komutanın “öldürme yetkisi”nden işte bu sebeple söz ettik.

Ölümle sonuçlanabilecek ölçüde hassas emrin yerine getirilmesini güvenceye alan temel enstrüman ise “mutlak itaat”tir. MUTLAK İTAAT KURALI askerliğin temel yasası, askerlik sanatının ABC’sidir. Askerlikte her ast, üstlerinin emirlerine harfiyen uymak zorundadır. Her ordu, mutlak itaati sağlamak için bazı yetkilerle donatılmıştır. Türk ordusu da -ezelden beri- mutlak itaat kuralını esas alan bir ordudur. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmet Kanunu’na göre, “ast üstüne mutlak itaate mecburdur”, “itaat hissini tehdit eden her şey cezai müeyyidelerle men olunur” ve “askerler itaate dair ant içerler.”

Mutlak itaati sağlamak için, komutana bazı önemli yetkiler tanınmıştır. İç Hizmet Kanunu, “Komutanın itaati sağlamak için dereceli silah kullanma hakkına sahip olduğunu” belirtmektedir. TSK Disiplin Kanunu ise, “Emri mütalaa etmek disiplinsizliği” adlı bir “disiplinsizlik türü”nü yasal yaptırıma bağlamaktadır. Askeri Ceza Kanunu ise, “Komutan tarafından verilen emirlerin yerine getirilmesi bakımından orantılı olarak zor kullanma yetkisini” düzenlemektedir. “Emir yapılmadığında” eğer bir “tehlike” doğuyorsa, “komutan astına karşı zor kullanabilecek”tir. Eğer “emre itaatsizlik” isyan veya savaş halinde vuku bulursa, komutan astına karşı “silahlı zor kullanma yetkisine sahip”tir. Askeri ceza kanunları, emre itaat etmeyen astlara verilen hapis cezalarını ayrıntılı olarak düzenlemektedir.

15 Temmuz 2016 gecesi, saat 21:00’den itibaren Türkiye’nin çeşitli kentlerinde, yetkili komutanlarının hukuka uygun ve hizmete ilişkin emirlerine mutlak itaat kuralı gereği riayet eden, kışlasından, taburundan, birliğinden çıkan, başka bölgelere “güvenlik” veya “terörle mücadele” amaçlarıyla giden, hiç kimseye ateş etmeyen, hiç kimseyi öldürmeyen ve yaralamayan, hiçbir “cebir ve şiddet” kullanmayan, yasal görev yaptığı inancıyla hareket eden, darbenin planlama ve hazırlık aşamasında hiçbir katkısı olmayan ve sayıları binlerle ifade edilen subay ve asker, “darbe yapmak” iddiasıyla yaklaşık 2 yıldır yargılanıyor ve son haftalarda basından duyduğumuz gibi mahkum da ediliyorlar. En son Ankara Polatlı davasında 20 günlük kursiyer uzman çavuş “adayı”na dahi, TCK m. 309’daki “Anayasal Düzeni Değiştirmeye Teşebbüs Etmek” suçundan ağır hapis verildi.

15 Temmuz’un plan, hazırlık ve icra aşamasında hiç bir dahli olmayan, sadece aldığı yasal emrin gereği olarak o gece kendisine verilen işleri yapan (Genelkurmay Bahçesine gitmek, karayolunu tutmak, kışla girişinde nöbet tutmak, havaalanına gitmek, filanca yerde güvenlik önlemi almak vs.), darbe kast ve iradesiyle hareket etmediği gibi, darbeden haberi dahi olmayan personeli, darbe girişimini tezgâhlayan FETÖ bağlantılı kimileriyle aynı görmek kabul edilemez. “Mutlak İtaat Kurbanı” olarak adlandırdığımız binlerce subay ve asker ile ilgili yargı, askerleri “toptan suçlu” gören yanlış yaklaşımını daha ne kadar sürdürecek?

Darbelerle mücadele veya darbe ihtimalini önlemenin yolu, “kışlasından çıkan her askere müebbet hapis cezası vermek”ten değil, suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırmaktan, özetle “dürüst yargılama yapmak”tan geçer. Ama niyet “adalet” değil, “gözdağı” olunca, ne yazık ki her subay veya asker de “darbeci” oluveriyor.