1886 bunalımı sonrası İngiliz kapitalistleri Belçika’yı “çalışma ve sermaye özgürlüğünün cenneti” diye örnek gösterir. İngiliz egemenlerin büyük bir iştahla referans gösterdiği Belçika, sermaye için cennet olsa da emekçiler için adeta bir cehennemdir. Karl Marx Kapital’in birinci cildinde Belçikalı emekçilerin “kapitalist cennet”teki dramını dönemin Belçika Merkez İstatistik Komisyonu Üyesi M. Ducperiaux’un 1855 tarihli çalışmasından çarpıcı örneklerle aktarır.

Aynı zamanda hayır kurumları denetmeni de olan Ducperiaux, Kapital’de geniş bir alıntı yapılan adı geçen eserde askerler, denizciler ve tutuklularla bir aileyi karşılaştırır. 6 kişilik ailenin 4’ü çalışır durumda olsa da harcamaları neredeyse yok. Baba ve oğulun en büyük lüksü tütün kullanmak ve haftada bir ‘cabaret’e gitmek. Emekçi ailelerin çoğu ortalama deniz ya da kara eri kadar değil, bir mahkûm kadar bile beslenememektedir. 1847-49 döneminde çeşitli hapishanelerdeki bir mahkûmun genel ortalama masrafı bir emekçinin günlük masrafı hemen hemen aynı, hatta daha düşük.

***

Peki, bu durumda emekçiler mahkûmlardan da az bir giderle nasıl yaşayabiliyorlar? Yanıtı yine Kapital’den verelim: “Bunu, sırrını yalnız emekçilerin bildikleri bazı çarelere başvurarak beceriyorlar. Örneğin günlük yiyecek miktarını azaltıyorlar, buğday yerine çavdar ekmeği yiyorlar. Daha az et yiyorlar ya da hiç yemiyorlar. Tereyağı ve baharat da öyle. Bütün ailenin üst üste oturduğu bir-iki odayla yetiniyorlar ve oğlanlarla kızlar yan yana ve çoğu zaman aynı hasırın üzerinde yatıyorlar. Giyim, yıkanma ve öteki temizlik gerekçelerinden kısıyorlar, pazar eğlencelerinden vazgeçiyorlar. Yani kısacası kendilerini en ıstıraplı yoksunluğa mahkûm ediyorlar.”

Peki sonrasında ne oluyor? “Bu son sınıra dayandıktan sonra, yiyecek fiyatlarında ufak bir yükselme, işin durması, hastalık gibi nedenler, emekçinin çektiği sıkıntıyı artırıyor ve büsbütün mahvolmasına yol açıyor. Borçlar birikiyor, veresiye kesiliyor, en gerekli giyecekler ve eşyalar rehin veriliyor. Ve en sonunda aile kendisini yoksullar listesine kaydettiriyor. Gerçekten de bu “kapitalist cennet”te gerekli tüketim maddelerinin fiyatındaki en ufak bir değişmeyi ölüm ve suç sayılarında bir değişme izliyor. S.578"

Tabii, emekçiler bu durumdayken bir avuç kapitalist ise zenginliğine zenginlik katıyor.

***

Buna benzer şekilde Londra’nın doğusunda şahane sanayi merkezinin mahallelerinde de açlık, yokluk, ölüm kol geziyordur. Saç gemi yapım merkezi olan Londra’nın doğusu aynı zamanda düşük ücretli ev sanayinin de merkezidir. Dünyanın o güne kadar gördüğü bu muazzam servet birikiminin hemen yanı başında on binlerce çaresiz insan ölümle yüz yüzedir. Yarı açlıktan, sefaletlerini gökyüzüne haykırıyorlar. Bu insanlar açlıktan ölüyorlar.

Sanayi işçileri gibi tarım emekçilerinin hali de nicedir. 1863 yılında sürgüne ve ağır hapis cezasına çarptırılmış suçluların beslenme ve çalışma koşulları konusunda yapılan resmi araştırma sonuçlarına göre; “İngiltere’de cezaevlerindeki mahkûmların beslenme durumu ile aynı ülkedeki serbest emekçiler arasında yapılan ayrıntılı bir karşılaştırma, mahkûmların diğer iki sınıftan daha iyi beslendiği sonucunu ortaya koyar. S.583)

Britanya adasının hemen yanı başındaki İrlanda’daki 1846 kıtlığında ise birkaç yıl önce bir milyon kişi ölmüştür. Ama bu ölenler tabi ki sadece yoksullardır. Ülkenin zenginliğine en küçük bir zararı dokunmamıştır. Kıtlığı izleyen 20 yıllık göç sonunda İrlandalılar topluca ‘yeni kıta’ya, Amerika’ya göç ederler.

***

Aradan 150 yıldan fazla bir zaman geçse de değişen bir şey yok. Türkiye’de de dünyanın dört bir köşesinde de tablo benzer. Bir avuç kapitalist emekçilerin alın teri üzerinden servetine servet katarken, emekçiler çalışsa da geçinemiyor, ayakta kalmak için giyiminden, kuşamından, yemeğinden kısmak zorunda kalıyor. Gözler açıklanacak asgari ücrette. Emekçilere, çalışanlara insanca yaşanabilir bir ücreti fazla görenler yarattıkları “kapitalist cennet”lerde gününü gün ediyor. Ancak bu böyle gitmez…