NETPAC jürisinin bir üyesi olarak en iyi Asya filmini seçmek için Siyah Geceler Film Festivali’nin yapıldığı yer Tallinn’deyim. Kenti tanıdıkça burada her şeyin birarada...

NETPAC jürisinin bir üyesi olarak en iyi Asya filmini seçmek için Siyah Geceler Film Festivali’nin yapıldığı yer Tallinn’deyim. Kenti tanıdıkça burada her şeyin birarada olduğunu görmeye başlıyorum. Tallinn, son derece modern ve kapitalist bir kent olmakla birlikte eski sosyalist dönemin ruhunu ve yaşam biçimini de az çok koruyor

Gitmeden önce Tallinn’in son derece modern bir şehir olduğuna yönelik bir fikrim vardı. Başka festivallerde tanıdığım Estonyalı arkadaşlarım vermişti  bana bu fikri. 18 Kasım akşamı Tallinn Havaalanı’na indiğimde eski bir Sovyet kentine indiğimi anladım ve doğrusu hoşuma gitti. Hepsi birbirine benzeyen modern havaalanlarından biri değildi. Devlet, devlet kokan, eski moda  ve hatta zevksiz döşenmiş yerlere nostaljik bir sevgi duyuyorum. Garip ama böyle yerlerde kendimi daha güvende hissediyorum. Belki çocukluğumda annem ve babamla kaldığım, devlet misafirhanelerini çağrıştırdıkları için, belki de paranın mutlak egemenliğinin tam hissedilmediği için.


Festivalin NETPAC jürisi içi görevlendirdiği Steven Vihalem karşılıyor beni. Steven adını Dallas dizisinden almış bir Estonyalı ve bir Müslüman! Domuz eti yemeyen, içki içmeyen, Cuma’ya giden genç bir Müslüman! Eşinin Yemen/Estonya melezi ve Müslüman oluşu bu durumu başlatan neden olsa da, Steven dinini gayet iyi biliyor. Bizdeki ya da İslam ülkelerinin çoğundaki yasakçı İslam değil, özgürlükçü bir İslam yorumu var, Steven’ın. Onu, İslam’a çeken anarşist ve başkaldıran ruhu. Ama Steven bir İslam ülkesinde yaşasaydı yine Müslüman olur muydu, bilemedim. Açıkçası sanmam.
Tallinn’de bulunuş nedenim NETPAC jürisinin bir üyesi olarak festivalin en iyi Asya filmini seçmek. Jürideki diğer arkadaşlarım İranlı yapımcı, dağıtımcı Muhammed Attebay ile Estonyalı müzisyen Sven Grünberg. Sven ayrıca Estonya Budizm Enstitüsü’nün yöneticisi .

ORTAÇAĞ MİMARİSİNİN GÜZEL ÖRNEKLERİ
Kenti tanıdıkça burada her şeyin birarada olduğunu görmeye başlıyorum. Tallinn, son derece modern ve kapitalist bir kent olmakla birlikte eski sosyalist dönemin ruhunu ve yaşam biçimini de az çok koruyor. Büyük alışveriş merkezlerinin yanı sıra, raflarında az çeşit olan, eski ve yoksul pazarlar da var.  Tallinn’in bir ayrıcalığı da eski kent merkezinin II. Dünya Savaşı’nda fazla zarar görmemiş olması. Şimdi, son derece turistik bir bölge olan eski kentte Ortaçağ mimarisinin güzel örnekleri var. Sovyet dönemini hasretle yad edene rastlamadım ki bu zaten sürpriz değil. Ama yeni rejimin de gelir dağılımı uçurumları yarattığından, politikacıların hırsızlığından ve mafyanın bütün turistik eşya (özellikle kehribar) satan dükkanları ele geçirdiğinden şikayetlere de sıkça rastladım.

PÖFF ÇOK KAPSAMLI BİR FESTİVAL
Tallinn Siyah Geceler Film Festivali bu yıl 16. Kez düzenlendi. Estonca’da festivalin adı Pimedate Ööde Filmifestival, kısaca PÖFF! Festival’de halk ödülün yanı sıra altı ayrı jüri de en iyileri seçti ki PÖFF’ün ne kadar kapsamlı bir festival olduğu sırf jürilerin sayısından bile anlaşılabilir. Festivalde çok sayıda bölümde son yılın en nitelikli filmlerinin neredeyse tümü gösterildi. Festival ayrıca Endüstri Buluşmaları başlığı altında büyük bir Pazar toplantısına da ev sahipliği yaptı. Bunca konuğa ve yoğun programa rağmen yine de sıcak bir ilgiyi her zaman üzerimizde hissetmemizi de sağlamayı mucizevi bir şekilde başardılar. Tallinn soğuk ve karanlık bir kent ama doğrusu bunların panzehirine de sahip, yani insanlara!

FESTİVALİN ÖDÜLLÜLERİ
Festivalin Ana Yarışması’nı Ukrayna filmi “Kuleli Ev” (Dom S Bashenkoy) kazandı. Eva Neymann’ın bu ikinci filmi Tarkovskiiyen bir atmosfere sahip. II. Dünya  Savaşı sırasında annesiyle seyahat eden 8 yaşında bir oğlan çocuğunun öyküsünü anlatıyor film. Annesi tifüs’ten hastalanıp ölünce, küçük çocuk tanımadığı insanlarla birlikte bir tren yolculuğuna çıkar. Savaşın darma duman ettiği hayatlar, acımasızlaşmış insanlar, yine de ruhunu koruyan ayyaşlar, hepsi bir rüya hali içinde perdeden geçiyorlar. “Kuleli Ev”in görüntülerini unutmak zor.


Yine ana yarışmada en iyi yönetmen ödülünü Güney Koreli Kyu-hwan Jeon “Ağırlık” adlı filmiyle kazandı. Jeon’un yetenekli bir yönetmen olduğu su götürmez ama film bir aşırılıklar resmi geçidi gibiydi. Biri kambur, diğeri kadın olmak isteyen bir eşcinsel olan iki erkek kardeş arasındaki aşkı anlatıyordu film ve nekrofili sosuyla birlikte doğrusu kolay yutulur bir lokma değildi.
En iyi erkek oyucu ödülü  “Babamın Bisikleti” (Moj Rower) filmindeki rolüyle Michal Urbaniak’ın oldu. Urbaniak’ı cazseverler müzisyen olarak tanırlar. Urbaniak bu iilk filminde çok başarılı bir oyunculuk da sergileyebildiğini gösterdi. Baba, oğul ve torunun, kaçan annenin peşinden yaptıkları yolculukta birbirleriyle çatışıp sonunda anlaşmaları, temasıyla olduğu kadar anlatımıyla da klasikti.  Ah babalar, neden oğullarınızı kastre etmeden rahat edemezsiniz?


En iyi kadın oyuncu ödülü ise yıldızı Venedik’te parlayan Franziska Petri’nin oldu. Petri’nin filmi “Aldatma”yı (Izmena) Venedik Festivali sırasında yazmıştım. Film adı üstünde eşlerin birbirlerini aldatmaları üstüneydi. Filmin içerdiği boşluklar rahatsız ediciydi ama sinemasal olarak Venedik’in de en iyilerindendi.


Uluslar arası Film Kulüpleri Federasyonu’nun (FICC) en iyi film ödülü Antalya’dan da ödül alan “Keep Smiling”in oldu. Gürcü yönetmen Rusudan Chkona ilk filmiyle doğrusu oldukça olgun bir sinema yaratmayı başarmış. Ayrıca anti-kapitalist duruşuyla eski sosyalist ülke sinemaları içinde yeni bir çizgiyi de temsil ettiği söylenebilir. Film, bir güzellik yarışması üzerinden, insanların medya ve kapitalizm tarafından nasıl sömürüldüğünü anlatıyor. Rusudan’ın başta Pelin ve Tolga Esmer olmak üzere bütün Türk dostlarına selamı var!


NETPAC olarak bizim ödülümüz ise yine ilk kez Venedik’te Orrizonti’de (Ufuklar) yarışan “Wadjda”nın oldu. “Wadjda” Suudi Arabistan’da çekilen ilk film! Batının sevgilisi Suudi Arabistan kadınların en büyük baskı altında oldukları diktatörlüklerden biri. Ülkede sinema yasak! Sinema okulu filan da yok, dolayısıyla. Kadınlar bırakın film çekmeyi, yüksek sesle konuşamıyorlar bile. “Wadjda”nın yönetmeni Haifaa El-Mansur Mısır ve Avustralya’da eğitim almış bir kadın. Filmini minibüslerin içinden telsizlerle haberleşerek gerçekleştirmiş! Filmin adı, filmin de kahramanı olan 12 yaşındaki kız çocuğu Wadjda’dan geliyor. Wadjda’nın hayali bir bisiklet sahibi olmak ama bisiklet kızlara uygun bir araç değil Krallık’ta. Wadjda bisiklet alacak parayı bulabilmek için bir kuran okuma ve din bilgisi yarışmasına katılıyor, konu hiç ilgisini çekmese de. Birinci oluyor ama birincilerin ödüllerini Filistin’e bağışlamalarının gerektiği ortaya çıkıyor. Wadjda ve annesi, yine de bu erkek egemen de demeyelim, erkek faşist toplumda insan olarak kalmayı beceriyorlar!
Başta festivalin başkanı Tiina Lokk olmak üzere bütün ekibe nice nice Siyah Geceler diliyorum!