Kültür yaşanmışlıkların birikimiyle oluşuyor. Demokrasi kültürü de bu anlamda ancak yıllarca yaşanarak deneyimlerle zenginleşerek oluşabilecek bir yaşam biçimi. Ekonomik, sosyal, siyasal olarak yapılacak çok şey var ve yapılmalı

16 yıl en çok demokrasi kültürünü yıprattı!

Gülşen Karakadıoğlu - Yazar, Kültür Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı


Başlığı okuyunca “Var mıydı” diyeceksiniz. Sivil siyasal yaşamın sıkça askeri darbelerle ya da darbemsi girişimlerle yönetildiği ülkemizde demokrasi kültürümüz üzerine söylenecek çok şey var.

Sallandıracaksın iki tane kültüründen
Bazı liberal görüşlüler kasketten kurtulmanın yolunu takkelerin yönettiği (ya da yönlendirdiği) iktidarlarla bulabileceklerini sandılar. Oysa böyle olmayacağı yakın yıllarda, İran’da deneyimlenmişti. İran Komünist Partisi Tudeh, Hizbullahla ortaklaşa devirmişti Şah’ı. Kısa süre sonra Humeyni iktidarı devleti ele geçirdiğinde, Tudeh Başkanı 70’i aşan yaşıyla idama gönderilirken Berlin’de izlediğim TV ekranında “ülkeye ihanet ettiği” yolunda itirafta bulunuyordu. Sahte bir görüntü müydü yoksa zorlanmış mıydı bilemiyorum.

Sonraki, görece olarak daha sivil yıllarda da kasket gölgesi kendini gösteriyordu. Çok örnek vardır ama kamuoyunda pek dillendirilmemiş bir örneği paylaşabilirim. Mesut Yılmaz’ın Kültür Bakanlığı sırasında yapılan yarışmada başarı kazanan senaryosunun film haline getirilmesinin engellendiği senaryonun sahibi Halit Refiğ tarafından duyurulmuştu. Ayrıca sivil giysili ama yüksek rütbeli kartvizit sahibi bir kişi makamımı şahsen ziyaret edip senaryoyu okumak istediğini söylemişti. Senaryoyu hızla kitap olarak bastırıp, kütüphanelere dağıttıktan sonra ilgili kişiye de yazı ekinde gönderdim. Kazanan senaryolar TRT tarafından filme çekilecekti. O sırada Bakan olan Sevgili ve Sayın İsmail Cem’le TRT Genel Müdürü Kerim Aydın Erdem tarafından imzalar atıldı.

Sonra? Sonra hiçbir şey olmadı! Yani film çekilemedi. Çünkü o gölge, Mustafa Kemal Atatürk’ü bir masada rakı içerken göstermenin sakıncalı olacağına inanıyordu!

İşte bu gizli- açık baskıya karşın özellikle SHP/CHP’li yönetimlerin uygulamalarıyla demokrasi kültürü kendini bulmaya çalışıyordu. Sevgili Fikri Sağlar’ın sağladığı birkaç örnekle; zanlıların basına tanıtımında masaya daktilo/kitap gibi ögelerin “suç unsuru” olarak teşhirinin engellenmesi, “yasak kitapların” hapsedildiği depodan kütüphanelere gönderilmesi, Kürtçe film, şarkı türkü gibi ana dilde üretilmiş yapımların özgürce piyasaya sürülebilmesi, kadın yöneticilerin önemli görevlerde yer edinmeleri gibi demokratik yönetsel uygulamalar gerçekleşti. Kanıksanmış yasakçı zihinle uğraşmak kolay olmasa da yol alınıyordu.

“Reise kurban” kültürüne
Ancak daha sonra, aydın kamu yöneticilerinin sahte suçlamalarla dışlanıp, gerici çetelerle yer değiştirilmesini takip eden yıllar demokrasi kültürü kavramında ciddi bir yıpranmaya yıkıma yol açtı. Bu kez “Reis” otoritesi endazesini aşıp tarikat-cemaat evlilikleri, yetmedi muhtarlar, apartman yöneticilerinin ihbar örgütlenmeleriyle uzun süren -16 yıl toplumsal hız çağında hayli uzun- bu süre sonunda çocuklar çağın bilimsel yolları yerine ölü yıkama öğrenmeye yollandı. Biat kültürü kutsandı.

Ne yapmalı: Roberto Çuili/Vasfi Rıza Zobu/Jack Lang
Kültür yaşanmışlıkların birikimiyle oluşuyor. Demokrasi kültürü de bu anlamda ancak yıllarca yaşanarak deneyimlerle zenginleşerek oluşabilecek bir yaşam biçimi. Ekonomik, sosyal, siyasal olarak yapılacak çok şey var ve yapılmalı. Ama önce, kültürel anlamda -hepsiyle birlikte asla daha sonra değil- yapılacak çok şey var.

Üç değerli tiyatro insanından şahsen dinlediğim örnekleri paylaşmak isterim.

İlki Almanya’dan. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yakılıp yıkılmış, açlığın, hastalığın, fuhuşun, ölümün kol gezdiği Almanya’da ilk yapılan icraatın tiyatro, opera ve konser salonları inşa etmek olduğunu anlatmıştı Roberto Çuilli. Duayen İtalyan tiyatro yönetmeni anlatmıştı, o kadar hızlı yapılır ki binalar birinde tuvalet unutulmuştur, birinde balkona çıkan merdiven! Ama yapılması öngörülmüş ve gereği yerine getirilmiştir.

İkincisi ise Vasfi Rıza Zobu’dan. Cumhuriyet’in ilk yıllarında tiyatro binaları yapılmasını ister Mustafa Kemal ve kurucu kadroların yetkilileri. İtalya’dan planlar getirtilir. İlk olarak 900 kişilik plan uygun görülür, 300 kişilik olması yeterli bulunur.

Genç oyuncu Vasfi Rıza Zobu ilk temsil için soyunma odasına girdiğinde tek kişilik odada üç ayna olduğunu görüp memnun olur. Kostümünü giyer rolü gereği bir göbek bağlar kendine. Kapıdan çıkmak ister ama çıkamaz. Çok dardır.

Birazdan her köşeden itiraz sesleri yükselir. Bütün ölçüler tuhaf şekilde küçüktür. Çünkü 900 kişilik plan 300 kişilik seyirci sayısına ulaşmak için sahne, fuaye, kulisler, merdiven ve tuvaletler dahil olmak üzere tüm ölçüler üçe bölünmüştür.

Zamanın Almanya’yı ve Türkiye’yi yöneten yetkilileri önceliğin kültürel sanatsal yatırımlarla demokrat aydın insan inşaatının öneminin ayırdına varmışlardı. Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının edebiyat, senfonik müzik, plastik sanatlar, eğitim, pozitif bilimler gibi konularda da insan yetiştirme çabasına saygı duymamak olası mı?

Koltuk sayısı artmalı
Görüşünü aktarmak istediğim üçüncü tiyatro adamı Fransa’da 1986/93 yıllarında Kültür Bakanı olan Jack Lang’dan. Bakan olduğunda öncelik ve ivedilikle yerleşim yerlerindeki kültür/sanat koltuklarını artırmak için çalıştı. Yukarıdaki iki örneğin yakın tarihteki benzeriydi yaptığı. Sanatçının yaratıcılığının önündeki engeller, izleyicisine ulaşmasının yolundaki kolaylıklarla perçinlenmeli.

Amaç, toplumsal ve bireysel değer yargılarıyla; barışçıl, hoşgörülü, eğitimli sorumluluk anlayışı yüksek yetişkin “çağdaş insan” örneğine varmak. Bu nedenle bir acil eylem planı gerektiğini düşünüyorum. İvedilikle;

1. Özgürce düşünme, yaratma ve ifade etmenin koşullarını sağlayacak zihniyete varmanın yasal düzenlemelerini yapmak.

2. Bütün ülkede toplumun nitelikli sanatsal etkinliklere ulaşabilmesini sağlamak amacıyla alt yapı yatırımlarına gitmek, bu tür kurumların koltuk sayısını artırmak.

3. Kamu ve Özel sektörün kültür sanata yönelik özellikle yatırım amaçlı harcamalarını vergiden muaf tutmak.

4. Kitle iletişim araçlarının yayın ve habercilik politikalarının bir “kültür kurumu” olarak da algılanmasını ve özellikle kamu kurumu olan TRT’nin bu anlamda bir düzey tutturmasının zorunlu hale getirilmesini ve denetlenmesini sağlamak.

5. Bireyin kültür sanat harcamalarına devletin katılımını sağlamak.

6. Dil-din-etnik ayrılıkların varlığını olağan ve doğal kabul edip; yaşama ve gelişme haklarını desteklemek.

7. Türkiye’nin kültür haritasını, geleneksel resmi anlayışın dışında, bilimsel olarak çıkarmak.

8. Devletin kültür sanat ilişkilerinde yönetici/yönlendirici değil özendirici olmasını sağlamak. Tüm sanat dallarında alanlarının uzmanlarından oluşan bağımsız sanat kurulları oluşturmak.

9. Kamu harcamaları içinde (genel bütçenin katmanları içinde) toplumun kültür sanat gereksinimlerini artırıcı ve nitelik düzeyini yükseltici çalışmalar için daha büyük pay ayırmak.

10. Ödenekli tiyatro, opera-bale, senfoni orkestraları ve galeriler benzeri kurumların özerk (kendilerini yönetir) yapıya kavuşturulmasını sağlayacak yasal düzenlemelere gitmek.

11. Sinema yasasıyla alt yapı sorunlarına eğilmek, plato, stüdyo, salon yapımıyla üretim ve dağıtım/tanıtım aşamalarına (Eurimage gibi kurumlarla ilişkiyi de geliştirerek) destek olmak.