Türkiye, uygulanan çarpık politikalar nedeniyle, uzunca bir süredir zenginliklerini tüketen, varlıklarını yok pahasına elden çıkaran bir ekonomiye sahip. Peki, nasıl bu hale geldik? Neden artık gelir elde edemiyoruz? Neden dış kaynağa muhtacız? Kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomi olma trenini nerede ve ne zaman kaçırdık vb. birçok soruyu bugünkü mevcut durumu, temel ekonomik sorunlarımızı tartışmak için soruyoruz. Dış borç rakamları, cari açık, TL’nin değer kaybetmeye devam etmesi, işsizlik, enflasyon ve yoksulluk temel ekonomik sorunlarımızdan bazıları. Bunlardan işsizliği mercek altına aldığımızda, tek bir işsizlik oranı verisinin ardına sığdırılamayacak kadar büyük boyutta meseleler ortaya çıkıyor.

Türkiye’nin tartışmasız en büyük serveti, büyük çoğunluğu gençlerden oluşan emek gücü. Bu güce salt kas gücü olarak bakanlar, bu gücün yaratıcılığını ve aklını görmezden gelmeyi seçiyorlar. Bu yüzden de bu servetin nasıl eridiğini gözden kaçırıyorlar.

Öncelikle bugün bir genç, iş bulmak isterse iktisadi alanların içinde en fazla hizmetler sektöründe iş bulabiliyor. Türkiye’nin istihdam yapısı ancak buna izin veriyor; istihdamın yüzde 55’i hizmetler sektöründe yer alırken, sanayide ancak yüzde 19,7’si iş bulabiliyor. Son bir yıllık değişim incelendiğinde, bu dağılımda tarımda 1 puan gerileme gözlenirken, sanayi yerinde sayıyor ve bu 1 puan hizmetlerde artış olarak karşımıza çıkıyor. Bu da ekonominin genel ahvalini bir kez daha gözler önüne seriyor, tarımsal faaliyetler erirken, buradan işsiz kalanlar, yok olan tarımsal arazilerin üzerine dikilen AVM’lerde ancak iş bulabiliyor.

İş bulabiliyor derken, elbette hepsi iş bulamıyor. Çünkü iş bulabilmek için bir yerlerde bir tanıdık olması neredeyse şart.

Resmi kayıtlara göre ülkemizde 3 milyon 210 bin işsizin yüzde 91’inin iş bulma kanalı olarak eş, dost, tanıdığa yönelmesi de bundan. Diğer taraftan azımsanmayacak sayıda (779 bin kişi) işsizin ‘özel istihdam bürolarını’ tercih etmesi, emeği ‘piyasada kolay alınıp-satılır bir meta’ haline getiren bu tür uygulamaların ülkemizde ne kadar yaygınlaştığını da gösteriyor. Bir başka acı gerçek ise, iş bulma konusunda ümidini kaybetmiş olanların sayısının 635 bin kişiye ulaşması. Bu nüfus, işsiz bile sayılmıyor, sayıldığında ise işsiz sayısı 3 milyon 845 bine yükseliyor.
16-yildir-ne-is-ne-de-egitim-477477-1.
DİSK-AR verilerince, yüksek öğrenimli işsizlik oranı yüzde 11; geniş tanımlı işsizlik ise yüzde 17. Eğitim ve öğretim sistemi dışında kalan ve iş bulamayan gençlerin sayısı (NEET) ise 2,5 milyonun üzerinde. Bu geniş genç kitle ile Türkiye, bu ligde OECD ülkelerin en altında yer alıyor. Örneğin İzlanda ve Hollanda’nın NEET oranları sırasıyla yüzde 5,2 ve yüzde 7,8 iken, Türkiye yüzde 28,2 gibi yüksek bir oranla, gençliğine iş ve eğitim olanağı sağlama konusunda en başarısız ülke olarak yer alıyor.

Dolayısıyla Türkiye’de gençlere ne iş var ne de eğitim. Eğitim olanağına erişebilenler ise ne iş bulabiliyor, ne de istedikleri işlerde çalışabiliyor. Örneğin mühendislik fakültelerinden mezun olanların yüzde 87’si işgücüne katılırken, bu kişiler arasında yüzde 9’u işsiz kalıyor. Bu şu demek, yüzde 9 için iki seçenek var: ya işsiz kalmaya devam edecek ve sonunda ümidi kırıklar arasına girecek ya da ücrete, çalışma koşullarına bakmadan ‘diğer işlerde’ çalışmaya razı olacak.

Mezun olup da işsiz kalan hatta uzun süre işsiz kalıp da ümidi kırılanlar arasına en fazla girenler ise fizik mezunları!

İş olanakları daralırken, iş sahibi olanların da işlerini ellerinden alan bir gidişat ortada. Büyüme verilerini incelerken sürekli bahsettiğimiz sorun, ülke kaynaklarının doğru kullanılmadığı, istihdam ve katma değer yaratmayan verimsiz, ranta açık alanlarda harcandığı idi. İstihdamsız büyüme derken, ülkede yaratılan ekonomik büyümenin istihdama yansımadığından bahsediyorduk. 2009-2017 dönemindeki işsizlik ve büyüme verileri incelendiğinde makasın 2011 yılı hariç hiç kapanmadığı görülecektir. 2011 yılında da sıcak para rüzgarlarının desteğiyle oluşan ekonomideki hareketliliğin istihdama yansımasının da ancak kısa bir süre geçerli olduğu fark edilecektir. Hatırlanacağı üzere, 2009 yılında yaşanan ekonomik daralmanın en ağır faturası çalışanlara kesilmiş, işsizlik yüzde 13,6’lara sıçramıştı (mevsim etkilerinden arındırılmış veri). Sonrasında büyümede, dış borçlanmaya ve sıcak paraya dayalı bir ivme sağlansa da bu ivme istihdama yansımadı. Hatta 2015 yılında bir önceki döneme göre yüzde 7,5 büyüyen ekonomide işsizlik yüzde 9’dan yüzde 10’a çıktı. İşsizlik vererek büyüyen ülke olarak tarihe geçtiğimiz anlardan biridir.

Sonuç olarak, birkaç gün sonra sandık başına gideceğimiz şu günlerde, ülkede mevcut sistemin ne iş ne eğitim, ne de bilgi ve beceriye dayalı bir işe müsaade etmediği ortada. İş bulmaya, nitelikli iş sahibi olmaya, emeğinin hakkı olan ücreti elde etmeye yönelik ümitsizler ordusuna giderek daha fazla kişinin katıldığı ülkemizde, ümidin ancak yeni bir sistemle yeşereceği de ortada.