Hemen hemen her gün saygın bir makalede yayınlanan yeni bir akademik çalışma ile Evrim Teorisi güç kazandı, yeni bir konuyu açıklamayı başardı, eskiden bilmediğimiz bir tarafı aydınlatıldı. Yani güçlendi

160 yıldır güçlenen teori: Evrim

24 Kasım 2019 tarihi, Charles Darwin’in Türlerin Kökeni isimli eserinin 160. yıl dönümü idi. Bilimle pek bir ilgisi olmayan evrim karşıtlarının 160 yıllık tarihine bakarsanız, bu 160 yılın her günü “evrim çürüdü” (!). Bilimin ilerlemesinin ana yöntemi olan akademik literatüre (yazına) bakarsanız, hemen hemen her gün saygın bir makalede yayınlanan yeni bir akademik çalışma ile Evrim Teorisi güç kazandı, yeni bir konuyu açıklamayı başardı, eskiden bilmediğimiz bir tarafı aydınlatıldı. Yani güçlendi.

Bilimde teoriler böyle çalışır. Doğaya yönelik bir gözlem yapar, sonra onun neden ve nasıl o şekilde olmuş olabileceğini izah ederiz. Böylece önce hipotezler, sonra onlardan sınanmış ve geçerli olanları bir arada toplayan teorileri inşa ederiz. Yani teoriler kanunlardan daha düşük seviyeli açıklamalar değildir; bilimin zorlu testlerinden geçmeyi başarmış, “kanun” veya “yasa” adı verilen temel gözlemlerimizin nedenlerini ve nasıllarını açıklamayı başaran, üst düzey, sınanmış, kaliteli bilimsel açıklamalar bütünüdürler. Örneğin canlıların gen ve özelliklerinin popülasyon içindeki dağılımının (görülme sıklığının) her nesilde değişmesi evrim yasasıdır. Bunu laboratuvarda, doğada, bilgisayar simülasyonlarında, yani elimizi attığımız her yerde gözleriz. Öyle ki, doğadaki evrim yasasını Darwin keşfetmedi bile! Bundan 2000 küsür yıl önce ülkemizin Milet topraklarında yaşamış Anaksimander ve Efes topraklarında yaşamış Heraklitos keşfetti. Anlayacağınız evrim yasasının tarihi çok ama çok eski…

DOĞAL SEÇİLİM

İyi ama, evrim denen bu yasa etrafında meydana gelen söz konusu değişimler neden yaşanıyor? Nasıl yaşanıyor? İşte bunu açıklamayı başaran, 160 yıl önce Charles Darwin tarafından yayınlanan, tam adı “Doğal Seçilim, veya Yaşam Mücadelesinde Avantajlı Irkların Korunması Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine” olan şaheser oldu. Tıpkı cisimlerin birbirine doğru hareket etme meyli olarak tanımlanabilecek kütleçekim yasasını herkesin fark etmesi; ancak onun neden ve nasıllarına yönelik açıklamayı (tam olarak doğru olmasa da) Isaac Newton’un “Yerçekimi Teorisi” ile yapması gibi.

Ancak nasıl ki Newton’un teorisinden beri kütleçekim fiziği aynı kalmadı ve Einstein’ın Görelilik Teorisi veya birçokları tarafından geliştirilen Kuantum Alan Teorisi çerçevesinde yepyeni formlara büründü; Darwin’in Doğal Seçilim Yoluyla Evrim Teorisi de aynı kalmadı. Büyük bir kısmı Darwin tarafından açıklanmış olsa da, doğadaki evrim yasasının işleyiş mekanizmalarına yönelik birçok yeni yasa keşfettik, açıklamalar geliştirdik. Genetik bilimiyle evrimsel biyolojinin birbirini nasıl tamamladığını öğrendik, böylece biyolojik bilimlerde “modern sentez” adı verilen bütünlük sağlandı. Birçok türün spesifik evrimsel detaylarını ortaya koyduk, yüz binlerce fosil türde evrimin kademelerini gözledik, laboratuvar deneyleriyle mikroevrim ve makroevrimin gerçekten de birbiriyle bağlantısını ispatladık. Yani evrimin bütün parçaları tekrar tekrar sınandı, tekrar tekrar gözden geçirildi, sürekli bilimsel şüphecilik çerçevesinde eleştirildi ve bu zorlu testlerin her birinden başarıyla geçti.
160-yildir-guclenen-teori-evrim-655880-1.
Bu durumda sormak gerekiyor: Başarılı bir bilimsel teoriyi nereden tanırız? Buna birçok cevap verilebilir; ancak ben, tahmin gücünün en büyük belirteç olduğu kanısındayım. Bir teori güçlü ve isabetliyse, yeni keşiflerin önünü açacak biçimde öngörülerde bulunabilmelidir.

Örneğin Güneş Sistemi’nin en dış iki gezegeni olan Neptün ve Uranüs üzerinde 1920’lerde Clyde W. Tombaugh tarafından yapılan gözlemler, bu iki gezegenin yörüngelerinin, Newton ve Kepler’in kütleçekim ve yörünge teorileri çerçevesinde olması gerekene (beklenene) göre biraz sapmış olduğunu göstermişti. Bu sapma miktarının neden kaynaklandığı bilinemiyordu; ancak eğer ki o zamana kadar gözlenememiş bir “9. Gezegen” (ya da meşhur ismiyle “X Gezegeni”) varsa, bu yörünge sapmalarının her ikisi de açıklayabilirdi. Bundan yola çıkarak yapılan hesaplamalar, var olması gereken ama o güne kadar gözlenmemiş olan bu gök cisminin kütlesini ve yörünge mekaniklerini tespit etmemizi sağladı. Yani bir öngörüde bulundu.

Ve arayış başladı… 14 yıllık bir arama sonucunda, bugün Plüton adını verdiğimiz cüce gezegeni keşfettik. Plüton, tam da olması gereken yörünge ve kütle dinamiklerine sahipti. Bu da, Neptün ve Uranüs’ün yörünge sapmalarını eksiksiz bir şekilde açıklıyordu. İşte bu öngörü gücü, teorilerin sağlamlığına işaret eden harika belirteçlerdir!

Peki ya evrimde bunu yapabiliyor muyuz? Hem de nasıl! Çok örnek var, hepsini buraya sığdırmam zor; ancak Neil Shubin’in İçimizdeki Balık eserini okumuş olanların bileceği örneği hatırlatayım (başka örneklere de ileride yer veririm):

TiKTALİK ROSEAE

Canlılığın okyanuslarda başladıktan sonra karalara geçecek biçimde evrimleştiğini biliyoruz. Omurgalılar da sularda evrimleştiler; ancak 400-350 milyon yıl önce karalarda da omurgalılar görülmeye başlandı; elimizde tüm fosiller var. Suda yaşadığı bilinen ama hafif düzeyde karasal özellikleri olan türler biliniyordu. Karada yaşadığı bilinen ama hafif düzeyde sucul özellikleri olan türler de biliniyordu. Ancak bir sorun vardı: 375 milyon yıl kadar önce yaşamış olması gereken, karasal canlılarla sucul canlılar arasında tam geçiş özellikleri göstermesi gereken ara form henüz tespit edilememişti. Yani Evrim Teorisi bir öngörüde bulunuyordu: Evrim doğruysa, bu geçişe ait harika bir fosil bulabilmeliydik. Ancak bu fosil 700 milyon yıl önce veya 100 milyon yıl önce yaşamış olamazdı. Tamamen sucul veya tamamen karasal olamazdı. 375 milyon yıl önce olmalıydı ve geçiş özelliklerine sahip olmalıydı. Dahası, 375 milyon yıl önce yaşadığı bölgeler, “sahil bölgeleri” olmalıydı. Eğer Evrim Teorisi yeterince güçlü ve isabetliyse, bu öngörülerin hepsi, aynı anda doğru olmalıydı ve bu koşulları tatmin eden bir fosil bulunmalıydı!

İşte Neil Shubin ve ekibi, yıllar boyu sürecek bir yolculuğa çıkarak, evrimin bu öngörüsünü test ettiler. 375 milyon yıl önceki kayaçların günümüzde yeryüzüne ulaştığı coğrafi bölgeleri jeolojik haritalar yardımıyla tespit ettiler. Çoğu Arktik Dairesi’nde olduğu anlaşılan bu bölgelerin, 375 milyon yıl kadar önce sahil bölgeleri olduğunu doğruladılar ve olası araştırma alanlarını daralttılar. Katı mevsimsel şartların yıl içinde sadece birkaç hafta erişim sağladığı kutup noktasına çok yakın bölgelere helikopterle gittiler, kamp kurdular, dondurucu soğukta araziyi tarayıp, fosil avladılar.

Ve buldular: Tiktaalik roseae. 375 milyon yıl önce yaşamış, karasal yaşama uyum sağlamaya başlamış bir balık! Balık gibi pulları, yüzgeçleri ve solungaçları var; ama bir timsah gibi yassı başa sahip. Yüzgeçleri yüzmeye yarıyor; ancak yüzgeçlerdeki kemiklerin yapısı balıklardan çok ellere ve parmaklara benziyor. Suda balık gibi yüzebiliyor; ancak belirginleşmiş omuz kemikleri tam da karasal omurgalılar gibi karalarda 4 ayak üzerinde yürümesini sağlıyor. Eklem ve kemiklerinin bir kısmı balık gibi, bir kısmı karasal omurgalılar gibi. Kulak kemikleri, sucul canlılar ile karasal canlıların harika bir karışımı… Balık olmasına rağmen karasal omurgalılara ait kaburgalara sahip, hareketli bir boyna sahip ve akciğerleri var! Matematikçilerin dediği gibi: Quod erat demonstrandum! “İspatlanması gereken şey, ispatlandı.”

İşte bilim bu yüzden güvenilir. Evrim Teorisi bu nedenle güçlü. Bilimden korkan kişi ve gruplar 160 yıldır her gün evrimin çürütüldüğü hüsnükuruntusu ile çığırtkanlık yapadursunlar, Evrim Teorisi bize canlılığın ve insanın geçmişiyle ilgili nefes kesen bilgiler vermeye devam ediyor. Bu fırtınayı başlatan Charles Darwin başta olmak üzere, bütün bilim emekçilerine selam olsun. 160 yıldır iyi ki varsınız, hep birlikte nice asırlara!

cukurda-defineci-avi-540867-1.