17 Ağustos kimi insanların zihinlerinde asılı kalan bir travma olarak kalmıştır. Yarattığı çaresizlik, yalnızlık hissi, ölüm korkusu, kayıpların acısı, dayattığı bitmişlik ve umutsuzluk kendisini zaman zaman ağrı – sızı, zaman zaman öfke, tahammülsüzlük, çökkünlük olarak dışa vurur. Hayat sokakta, evde, işte, komşuda, bayramlarda sürerken bu asılı kalma hali sürekli kendisini hatırlatır. İnsanı içe çeker ve kapatır.

17 Ağustos boynumuzun borcu

Prof. Dr. A.Tamer Aker*

17 Ağustos Türkiye’nin ‘dönüm noktası' afetlerinin başında gelir. Etkilenen alan ve nüfusun geniş ve çeşitli özellikleri nedeni ile ülke genelinde derinden hissedilen bir yıkım yaratmıştır. Bir ‘Türkiye Afeti’dir denebilir.

‘Altımızın çürük olduğu’ gerçeğine neredeyse tamamen hazırlıksız yakalandığımız bir dönüm noktasıdır. Memleket insanlarının düzensiz, eşgüdümsüz, dağınık ama oldukça diğerkam bir şekilde her alanda hizmet verdikleri bir süreç olmuştur.

Yıkımın boyutları neredeyse emsalsizdir. Yarattığı kayıplar da o oranda ortaya çıkmıştır. Yaşayanların ve yaşayanlardan doğanların ruh sağlıkları üzerinde izler bırakmıştır.

Deprem sonrası kaygı, korku, endişe, yas, çökkünlük, yalnızlık, uyku ve dikkat sorunları, tahammülsüzlük ve öfke, ilgi ve istek kaybı, içe çekilme, kabuslar görme, günlük hayat alışkanlıklarını sürdürememe gibi pek çok ruhsal tepki doğal olarak ortaya çıkmıştır. Bu tepkilerin yoğunlaştığı öneli sayıda insanda ise, sonradan adını daha çok duymaya alışacağımız, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, uzayan yaslar, kaygı ile ilişkili hastalıklar gibi pek çok ruhsal sorun ve hastalık da ortaya çıkmıştır. 1999’u izleyen ilk yıl içinde çadır kentlerde yaşayan, tedavi merkezlerine başvuran insanlarda depremle ilişkili ruhsal hastalıkların yaygınlığı yüzde 40’ları bulmuştur. Bu yaygınlıklar deprem sonrası üçüncü yılda yüzde 20’lerin biraz altına, beşinci yılda ise yüzde 5’lere kadar azalmıştır.

Bu sayıları şu şekilde okumakta yarar var:

Deprem insan sağlığını bir bütün olarak etkiler. Sağlık sorunu bağlamında açıklamaya çalışırsak; deprem sonrası akla gelebilecek her türlü ruh sağlığı sorunu artar ve deprem sonrası diğer tıbbi sorunlarda da önemli bir artış ortaya çıkar.

Yaygınlıklardaki bu azalma sadece sağlık kurumlarının ve sağlıkçıların çalışması ile açıklanamaz elbette. Doğal iyileşme süreçlerine atfedilen bu azalmanın temel ekseninde ilişki, birliktelik, dayanışma, yardımlaşma, paylaşma gibi çok kıymetli özellikler bulunur.

17 Ağustos bilim insanlarının ve alanda çalışan uzmanların da okumalarını değiştirmiştir. Zorla kaybedilen kişilere dair deneyime deprem sonrası ortaya çıkan ve cenazelerine ya da sağlıklı bedenlerine ulaşılamayan kayıplar eklenmiştir. Son derece travmatik yaslar yaşanmıştır. Gerek yasa gerekse kayıplara ilişkin özlem ve hasret duyguları, onları yaşatma ve kaybetmeme isteği yıllar boyunca sevenlerinin üzerinde kalmıştır. Kabuslar, enkazdan kurtulanları korkuturken, sevdiklerini yitirenlerin rüyaları sevdikleri ile ilgili canlı yaşam parçaları ile yüklü olmuştur. Bu ve benzeri görünüm farklılıkları nedeniyle alan çalışanlarının yasa ilişkin uygulamaları değişmiştir.

Yas tutan kişi sevdiğinin kaybını kabullenmekte güçlük çeker, onu yaşatmak için tutunur. Sofraya tabağı konur, kıyafetleri özenle saklanır, her kapı çalışı O’nun gelişidir. Yas tutanın keşkeleri, pişmanlıkları çok olur. O’nu hatırlattığı için aşure eskisi gibi kaynamaz, o şarkılar bir daha dinlenmez. Yas, yirmi bir yıl geçse bile yaşanabilir.

17 Ağustos kimi insanların zihinlerinde asılı kalan bir travma olarak kalmıştır. Yarattığı çaresizlik, yalnızlık hissi, ölüm korkusu, kayıpların acısı, dayattığı bitmişlik ve umutsuzluk kendisini zaman zaman ağrı – sızı, zaman zaman öfke, tahammülsüzlük, çökkünlük olarak dışa vurur. Hayat sokakta, evde, işte, komşuda, bayramlarda sürerken bu asılı kalma hali sürekli kendisini hatırlatır. İnsanı içe çeker ve kapatır.

17 Ağustos’u hâlâ taşıyoruz. Zihnimizde, bedenimizde, cebimizde, evimizde, odalarımızda, yollarda hâlâ taşıdığımıza inanıyorum. Bu nedenle her deprem 17 Ağustos’u yaşayanlarda veya onların anlatımları ile büyüyenlerde bir dikkat ve ilgi yaratıyor. Kulak kabartıyoruz.

Bu alanda çalışırken kendinizi bir anda Aceh’nin yoksul toprak sokaklarında buluyorsunuz, Müzafferabad’da bir deprem çadırına pişmaniye getiren bir Kocaelili ile karşılaşıyorsunuz, Van’da, Erciş’te, Elazığ’da ve yıkımın olduğu diğer bölgelerde birbirinizi bulmanız kolay oluyor.

İnsanlar da çok doğal olarak depremleri dillendiriyor, sosyal medyada paylaşıyor ve depremin gerçekliği üzerinde çeşitli boyutlarda bir farkındalık yaratılıyor. Bazen gerçekler, bazen safsatalar birlikte kol kola geziyor çünkü dönüm noktası afetlerin özelliği budur; boyunda asılı kalırlar. Bu asılı kalma halinin yükünü, belirsizliğini, çaresizliğini azaltabilmek için insanlar sıklıkla bir şeyler yapıp o yükü hafifletmek isterler. Bunun da en kolay ve doğal yolu bir diğeri ile paylaşmaktır.

17 Ağustos bizi belki olumsuz anlamda çok etkiledi ama olumlu değişikliklere de fırsat yarattı. Bu değişimlerin yolu açıldı. Artık geniş kitleler ruh sağlığına daha olumlu bakmakta ve yaklaşmaktalar, Türkiye’nin afet ve travma bilinci, bilgisi ve deneyiminde önemli değişiklikler oldu. Hiç olmayan toplumsal ve kurumsal yapılar kuruldu. Olmadığı kadar geniş ölçüde afet ve travma ruh sağlığı alanlarında yeterlilik geliştirme çalışmaları ve örgün eğitim programları düzenlendi. Sürekli toplum bilincini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapılıyor ama yine de istenilen hazırlı düzeyinde olduğumuzu söylemek zor. Ve de üstelik şu pandemi ortamında.

Godzilla ya da Jurasic Park gibi filmlerde görmeye alışığızdır; insanları bir canavarın elinden diğer canavar kurtarır. Şu aralar İstanbul Depremi için sadece “tahtaya vuruyorum”. Hiç hazır değiliz. Bu satırları izin verirseniz yok kabul ediyorum…

17 Ağustos’un 21. yılında pandeminin de ilk yılını yaşıyoruz. Tüm o süzülüp gelen bilgi ve deneyimleri elbette alan çalışanları pandemiye de aktardı. Meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri, sivil toplum örgütleri, kamu kurumları, üniversiteler, sağlıkçılar, psikososyal alanlarda çalışanlar tam anlamı ile ‘canlarını dişlerine takarak’ çalıştılar. Yardım ve destek hatları kuruldu ve hâlâ çalışıyorlar. Öyle görünüyor ki önümüzdeki bir yıl daha bu çalışmalar devam edecek gibi… Güvensizlik, belirsizlik, inkâr, öfke, tahammülsüzlük, ayrımcılık gibi olumsuzluklar kol geziyor. Toplumun aklı başında her kesimi de bunlara direniyor.

17 Ağustos boynumuzun borcu, pandemi de dahil hâlâ o borcu ödemeye çalışıyoruz.

*İstanbul Bilgi Üniversitesi
Travma ve Afet Ruh Sağlığı Programı