1930’lu yılların Türkiye’si özellikle modernleşme ve ulus devlet bağlamında yoğun incelemeye konu olmuştur. Bu nedenle Cumhuriyeti savunan veya eleştirel yaklaşan araştırmalara veri/bilgi sunan geniş bir literatür bulunmaktadır. Bununla birlikte yeterince incelenmemiş bazı hususlar vardır ki Cumhuriyet elitlerinin Alevilere yönelik algısı bunlardan birisidir. 30’lu yıllarda gerek ilgili yasal düzenlemeler ve gerekse de kuruluş ve işleme biçimi nedeniyle gazeteler, merkezi yönetimin bir tür aynası gibiydi. Bu bağlamda o dönem basınına bakmak, rejimin Alevilere dair politikasını anlamaya da ciddi bir katkı sunmakta.

***

Gazete haberlerine göre 1930’lu yıllarda Aleviler, yoğun şekilde resmi takibata uğramışlardı. Bu sürecin daha ilk yılında özellikle Ege’de, Alevi cemlerine yapılan baskın haberleri hükümetin de gündemine girmiş; Cumhuriyet gazetesi 02.01.1931’de Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın, Bektaşi babalarının faaliyetlerini incelemek üzere İzmir’e gittiğini yazmıştı. O dönem Bektaşi olma şüphesi bile bazen tutuklanma nedeniydi. Mesela 7.01.1931’de Cumhuriyet, Narlıdere’de, bir Bektaşi’nin gizli tekkesi olduğu zannıyla tutuklandığını yazmıştı. Takibatlar genel olarak tutuklamalarla bitiyordu. O kadar ki 10 Aralık 1936 tarihli Kurun gazetesine göre hazırlık safhasında verdiği ifadeyi değiştiren bir şahit bile tutuklanmıştı.

Bektaşilere dair haberlerin dikkat çekici özelliği ayin yaparken yakalananlar arasında kadınların da bulunduğuna ve içkiye özel vurgu yapılmasıydı. 11 Mart 1932 tarihli Milliyet’te dördü kadın yedisi erkek bir ayini cem kurmuşlardı başlıklı haberde Manisa Dış Mahalledeki Ceme dair şöyle bir cümle vardı: Ayin meclisinde üzeri tül örtülmüş çıplak bir kadın resmi de bulunmuştur. 14 Ekim 1936 tarihli Akşam gazetesinde Bektaşi Ayini: 20 kadın erkek ayin yapmak suçu ile yakalandılar haberi Eyüp’te, Mustafa’nın evinde rakı sofrası kurarak Bektaşi ayini yaparlarken cürmü meshud halinde yakalanmışlardır bilgisiyle tamamlanmıştı. Kurun gazetesinin 15 Ekim 1936 tarihli Eyüp’te Bektaşilik ayini yapan 28 kişi yakalandı haberi de aynı içerikteydi. Kurun’un 10 Aralık 1936 tarihli haberine göre Bektaşilerin mahkemesine sunulan raporda ayin yapıldığı için mühürlenen odada “Ya Ali” yazılı levhalar, rakı şişeleri, kadehleri ve bol meze dolu tabaklar ve muhtelif çalgılar bulunmuştu. Yine Kurun’un 16 Ocak 1937 tarihli haberine göre aynı ev sahibinin yatak odası da mühürlenmişti. Gazete 7 Nisan 1937’de Bektaşilik ayini mi, sazlı sözlü eğlence mi diye bir başka haber de yayımlamıştı.

Bu haberlerin tamamı Alevilerin ana bacı tanımayan türden ayin yaptıklarına ilişkin iğrenç yalanlara dayalı algıları teşvik ve inşa ediyordu. Mesela Vakit gazetesinin 12 Aralık 1932 tarihli sayısında Memleket Haberleri altında şu ifade vardı: “Mum Söndü”! Haberin devamı bu algıyı tamamlıyordu: “Bergama’nın Kocakaya köyünde bir evde mum söndü ayini yapılmakta olduğu haber alınmış, zabıta evi basmış, kadın erkek 25 kişiyi bir odada sarhoş olarak yakalamıştır. Odada dokuz şişe de rakı bulunmuştur. Yakalananlar Tahtacı Alevilerindendir.”

***

Bu haberlerin Alevi-Bektaşi karşıtı bir toplumsal algıyı inşa ettiğini gösteren örneklerden birisi de Alevileri seyirlik malzeme haline getirip aşağılamaktı. 12 Temmuz 1932 tarihli Son Posta gazetesi Bektaşi ayini meselesinin şehrimizde uyandırdığı merak dolayısıyla daha sabahtan mahkeme kapısında fazla bir kalabalık nazara çarpıyor diye yazmıştı. Milliyet de 27 Nisan 1933 tarihinde Bergama’da gizli ayin yaparlarken yakalanan Alevilerin muhakemesi çok şayanı dikkat safhalar arz etmiştir. Müddei Umumi, Muhakemede Alevilerin Türkiye kanunlarına aykırı hareket ettiklerinden bahs ile bunların mahkumiyetlerini istemiştir diye yazmıştı. Özetle 1930’lu yıllarda Alevi karşıtı dil, söylem ve pratiklere daha yüzlerce haber örneği vardı.

Bugün Alevi topluluklara karşı hâlâ yoğun şekilde devam eden açık/örtük önyargı ve dışlama mekanizmalarının dayandığı düşünsel-kültürel bağlam sanıldığı gibi 1950’li yıllarda başlamadı. Cumhuriyet’in inşasında da vardı ve oraya da Osmanlı’dan devretmişti. Türkiye’de bugün bir “Alevi sorunu” varsa ki var, yüzleşmeye buradan başlamak gerekir. Bu ülkenin modernleri de muhafazakârları da bu apaçık insanlık suçu ile köklü ve net bir yüzleşme yapmadıkça geri kalan söylemlerinin hiçbir değeri olamaz.