27 Şubat 1933’te Alman Parlamentosu Reichstag’ta yangın çıktı. Hitler, kundaklayıcıların komünistler olduğunu ilân etti. Başta komünist milletvekilleri olmak üzere pek çok solcu ve sendikacı tutuklandı, muhalif tüm yayınlar yasaklandı, tam bir cadı avı başlatıldı. Yangın bahanesiyle komünist milletvekillerinin parlamento üyelikleri düşürüldü.

Tarihteki bu hikâye tanıdık geliyor mu? Günaşırı polislerin bir HDP’li milletvekilini karakola çektiği, CHP’li milletvekillerine fezleke yağdırıldığı bir dönemde nereden geldi bu aklıma? Bilgi de, hafıza da belâdır çünkü.

Reichstag Yangını, Hitler’in adı pek iddialı kararnamesini de yayınlamasını sağladı: Devletin Korunması Kararnamesi. Kararnamenin özü, devletin tehdit altında olduğu fikrine dayanıyordu. Hitler, bundan sonra Almanya’yı, bir inde karısı ile birlikte korkakça intihar edeceği güne dek- tek başına çıkardığı kararnamelerle yönetecekti.

Bizde üç beş ayda, kaç Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı, bilen var mı? Kaç insan işten atıldı, kaç sendika kapatıldı, kaç gazete, kaç televizyon susturuldu? Ya kaç insan doldurdu hapishaneleri, mahkeme salonlarına her gün kaç kişi çıkıyor? Kaç insan ‘gözaltında intihar etti’, kaç insan bunalımdan yitti, gitti, bileniniz var mı? İnsanlar sayı değil ama.

Hitler, 24 Mart 1933 günü Alman meclisinden diktatörlük yetkisi aldı. Oylama ne komünistler, ne de tam olarak sosyal demokratlar vardı, birincilerin tümü tutuklanmış veya kaçmıştı, ikincilerin bir kısmı tutuklanma korkusuyla meclise gelemediler. Hitler, kuvvetler ayrılığı sözünden nefret ediyordu, ‘bu iş artık bitmiş’ti. Hitler’in hedefleri büyüktü, ‘Alman kanının, ariyan ırkın üstünlüğünü’ kanıtlamak için daha dünyayı kana boyayacaktı.

Bizde, -farkında mısınız- Suriye, Irak, Mısır, İran adeta Türkiye’nin ‘iç işi’ bir süreden beridir. Afrin, İdlip, Rakka, Şam, Lazkiye sanki Türkiye’nin kasabaları gibi görünüyor. Türkiye’nin tek adamının da ‘büyük düşleri’ var, ‘İslam Bayrağı’ elinde, Katar, Suudi Arabistan demeden küreyi eline almış, caka satıyor.

Hitler’in bir sonraki ‘işi’ ise, 12 Kasım 1933’te sadece kendi partisi Alman Nasyonal Sosyalist Partisi’nin katıldığı bir ‘seçim’ yapmak oldu. Parlamento, basın, aydınlar, sendikalar, komünistler, sosyal demokratların susturulduğu bu seçimlerde Bu seçimi kolayca alan Hitler, ‘fuzuli’ olarak nitelediği Milletler Cemiyeti’nden çıkma kararını da Almanlar’a onaylattı.

Çok şükür ki, bizde de şu geçen ay, basın, aydınlar, sendikaların susturulduğu, gazete ve TV’lerin tek adamın borusunu öttürdüğü bir seçim olsa da, hile ve sahte oya rağmen, halk sandıkta en azından güçlü bir hayır diyerek tarihten bildiğimiz bu oyunu bir parça bozdu (Üstelik Baykal, halkı 2019’daki seçim için Abdullah Gül’e fit etmeye çalışsa da, Sağlar işi gücü bırakıp Kılıçdaroğlu’yu tartıştırsa da, İnce hırsla parti içi meselelere dalarak kitlelerin dikkatini CHP içi tartışmalara çekse de, şükür ki hiç kimse kör de değil). ‘Dünya beşten büyüktür’ sesleri ise yüksek sesle duyulmuyor bir zamandır.

Hitler 1934, 1938 arası bir kabine dahi toplamadı, ülkeyi tek başına yönetti, bakanları bile tanımıyor, danışmanları aracılığıyla bakanlara talimat veriyordu. Ülkede bir bakanlar kurulu kalmayınca artık yürütme de fiilen ortadan kalkmıştı. Bakanlarına ‘benim bakanım’ bile demeyen Hitler apaçık onları da ‘fuzuli’ görüyordu (Hatırlıyor musunuz, bizde bir ara gencecik bir bakanın -üstelik Bakanlar Kurulu toplantısında- pis dayak yediği, masanın altına kaçarak canını kurtardığı haftalarca konuşulmuştu).

Hitler önce Komünist Partisi’ni, sonra 22 Haziran 1933’te Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni ‘vatan haini’ diye kapattı. Sonra diğer tüm partiler yasaklandı. Hitler’in seçim işbirliği yaptığı partinin bile kapısına kilit vuruldu.

Bizde HDP’nin eşbaşkanları içeride, milletvekillikleri tek tek düşürülüyor, CHP’nin milletvekilleri henüz tutuklanmasa da, yargılananlar var. Devlet Bahçeli’ye bir bakanlık verilir ve ‘fuzuli’ partisinin kapısına kilit vurulur belki. Ülke artık meclisten değil, Saray adı verilen bir görmemişlik binasından yönetilmekte. Çok kişi şimdiden danışmanlardan, asistanlardan beş dakika bir randevu peşinde. Ne sendika kaldı, ne dernek, ne de bir yerel televizyon kanalı. Ülke görünüşte süt liman.

Ama umut var, parlamentoya, liderlik hesaplarına, pasifliklerine, tek derdi bir sonraki seçimde yerini korumak olan boş milletvekili koltuklarına, ‘sosyal demokrat’ avanaklıklara sığmayan bir umut. Gezi’de başlayan ve 1 Mayıs’ta sönmediği görülen dipdiri bir umut. O yüzden 1933 Almanya asla tekerrür etmez, 2017’de Türkiye’de.