Onurunu koruma pahasına sağlığını, özgürlüğünü ve hatta canını yitirmiş gerçek sanatçılarımızı düşündüm. Hiçbir nedenle baş eğmeyen, namerde boyun bükmeyen, halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutan halk kahramanlarını, o abide insanları…

1985 Eylül sonları İzmir Tugay Bahçesi

SADIK GÜRBÜZ
Sanatçı

1985 Eylül sonları İzmir Tugay Bahçesi. Uzanmışım çamların altına öğle güneşinden kaçıyorum. O yıllarda o da kısa dönem, Dostlar Korosu'nda bir arkadaş (H.Türkoğlu) yanıma yaklaşıyor "seni üzmek istemiyorum ancak…’’ diye başlayan cümlesi bir anda bütün çamların yapraklarını döküyor, bütün kozalaklarını fırlatıyor sanki. Evet, Ruhi Hoca’yı cismen kaybetmiştik. Ben gene o meşhur “ama”lardan birisini hemen ekledim: "ama türküleri yaşıyor ve de yaşayacak!" Hemen bir organizasyon yapıp tugayın uzak kuytu bir yerinde, fıstık çamlarının kokusu eşliğinde O’nu tanıyan ve sevenleriyle bir “Ruhi Su Türküleri“ akşamı yapmıştık. Asker anlayışını bilenler bunun bir suç olduğunu da bilirler. Evet onlara göre bu bir suç, bize göre ise; ”görev”. Ben daha ileri gidip,”Cumhuriyet”te yayımlanan bir yazı döşeyecek, soruşturma geçirecektim ama kokladığım avukatlık mesleğim sayesinde bunun bir “edebi düşünce yazısı” olduğu gerekçeli savunmam ile kurtulacaktım.

12 Eylül yasalarının en acımasız hâliyle sürdüğü yılları bir de bugün yazdığı yazılardan dolayı “terörist” suçlamasıyla savunması bile alınmadan uzun süreler içerde tutulan yazarları, gazetecileri düşünüyorum; cevabın ha kırk katır ha kırk satır olduğunu bile bile ‘12 Eylül daha mı demokrattı?’ sorusu geliyor eşşek arısı sokasıca dilimin ucuna…

Ruhi Su’nun sanatı üzerine konuşmak pek haddim olmasa gerek. Ancak yaptığı işi en iyi yapanlardan biri olduğu gerçeğini bilmeyen yoktur sanırım. Tartışılmaz. Bu konu bir yana O’nun asıl ağırlığı muhalifliğinden de öte “komünist”liğiydi. Öyle her babayiğidin kaldıramayacağı bir ağırlıktı. Ne diyordu Pir Sultan Abdal: ”Yükletmezler sana (Haydar) yolun yükünü/Yükün kaldıracak dal olmayınca.” Namuslu olacaksın, yiğit olacaksın, sabırla pişmiş, bilgiyle, birikimle donanmış, toplumun saygısını üzerinde toplayan bir “ÖRNEK” kişilik olacaksın. Bunlardan birisi dahi eksik olsa; Sol’a en büyük kötülüğü yapmış olursun. Sakın böyle biri isen sol’da bir “devrimci” olduğunu söylemiyesin. “Demokrat”ım de daha namuslu davranmış olursun. O’na yapılan tüm engellemeler de bilin ki; “ÖRNEK” kişiliğini toplumun tanımasını önlemek içindir.

O etkili bir komünistti ve ”gomonizim” tehlikelisiydi. Mahpuslara atıldı, işkenceler gördü, horlandı, kötülendi, radyo programları kaldırıldı, konserleri iptal edildi. Kansere yakalanması ise zamanın Amerikan kuklalarınca “Komünizmle Mücadele” seferberliği yolunda “Allah’ın bir lütfu” idi ve fırsat ganimete çevrilerek pasaportu iptal yoluyla tedavisi engellenerek öldürüldü. Anlaşılması güç değil; insan olan için kabul olunması olanaksız. Ne yaparsın; “İnsan” mayası “vicdan” olmadan olmuyor. O yoksa “insan” da yok, “insanlık” da.

Oysa Ruhi Su, sadece kavganın ozanı değildi. Dikkat edilirse “ozan” diyorum. Eğitimliydi, kent kültürü ile büyümüştü her ne kadar anasız babasız bir yetim olsa da. Cumhuriyet döneminin aydınlanma programı onu da aydınlığına almış, sonraki karşıdevrim sürecinin karanlık cenderesine atmıştı. “Ozan” etkisi yetmiyormuş gibi bir de “gomonist ozan”dı.

1985-eylul-sonlari-izmir-tugay-bahcesi-189389-1.

Yunus’tan söylüyordu ama ”Ararsan mevlayı kendinde ara/ Kudüste Mekkede hacda değildir” diyordu. Karac’oğlan söylüyordu ama “İslam dinini yastılar/ Beni yarimden kestiler/ Süreyim deyi astılar/ Urganda kullar iniler” diyordu. Aşkın en güzel halleri vardı türkülerinde çünkü türkü söylemek onun için zaten “bir aşk hâli”ydi. “Ben kazanim yar yesin/ Yeter ki canım sağdır”, ”Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun”, ”Oy çinçini çinçini/ Öpem ağzın içini / Öperken ısırmışım/ Bağışlayın suçumu”. Hasret türkülerinde ”Allı turnam”, ”Atın yolun kenarına/ Yar geçende göre beni” diyen sözler. Hangisi sayıla hangisi dışlana (olası mı). Ruhi Su’da hangi duygu içinde iseniz ona ilişkin bir türkü mutlaka bulursunuz. Benim, türkü arayan genç müzisyen dostlarıma Ruhi Su hazinesini önermem bu yüzdendir. O’nu dinlerken farkına varmadan eğitilirsiniz. Bilgi, birikim, bir deha izler, dinlersiniz. Almak isteyen için susuz toprakların gerçek bir “su”yudur O. Son derece iyi bir “müzisyen yontucusu”dur aynı zamanda (Örneğin bak heykel 1a: SÜMEYRA)

Evet Ruhi Su bedenen gitmişti de ne diyordu Yunus: ”Ölür ise ten ölür/ Canlar ölesi değil.” Giden tendi ama kişi adından söz edildiği sürece yaşayacak, ne zaman hiç anılmaz olur, o zaman gerçek ölümden söz edilecekti o kişi için.

Öldüğünün ertesi günü unutulan siyasetçileri, generalleri, yargıçları düşünürsek bu bazıları ”keşke hiç anmasalar” deseler de tarih denen o hiç yaşlanmayan dede, bazılarının hiç anlayamadığı bir öğretici ki hiç alzheimer olmaz. Onun unutmak bir yana, sanki anımsatmak diye de bir görevi var sanki. Ders almayı beceremeyen sorumsuz yöneticiler, ne yazık ki ülkelerini ve halkını çıkılmaz bataklıklara sürükledikten ve ibretlik sonlarından sonra da tarih dede’nin ”Lanetle anılanlar” çöplüğünde yerlerini alırlar.

Ve bazıları (konuyu bizdeki sanata edebiyata getirirsek) Pir Sultan gibi, Bedreddin gibi, Nâzım gibi, Ruhi Su gibi kendisini halkına adamış, bu uğurda büyük acılar çekmiş, yaşanılacak güzel günlerin diyeti olmayı göze almış, verdikleri eserlerle büyümüş saygın “insan”lar da; portrelerde, büstlerde, heykellerde almışlar yerlerini.

Bazı geri zekalılar da; düşünceleri ile alt edemedikleri bu insanların büstlerine heykellerine saldırarak vandallıkları ile kendilerine bir kez daha lanet okutuyorlar.

Nâzım'ın heykeline saldırmak, Ruhi Su’nun anıt mezarına saldırmak tam da bu anlayışın, zavallı sokak milislerinin aciz davranışları. Tarihte bazı yöneticiler bu katil sokak milislerini militarize edip organizmalarına eklemişlerdi. Hitler örneği... Günümüzde sokak saldırılarını gördükçe, sivil güçler tanımı da yapıldıkça, korunuyorlar görünümü de oluştukça, insan acı acı gülsün mü, üzülsün mü bilemiyor ama tedirgin olmama umursamazlığına düşmenin de teslimiyete hazır olmak demek olduğunu unutamıyor.

Adı sanatçılar listesinde görünen anlı şanlı menşur mu menşur(meşhur!...) magazin programcılarının peşinden koştuğu, yıldız değil ama yaldız dökülmüş parıltılı kimliklerin egemenlerin buyruğuna girmiş, ’bir şey dese de emret desek yalakalığı’ içinde olduklarını gördükçe, onurunu koruma pahasına sağlığını, özgürlüğünü ve hatta canını yitirmiş gerçek sanatçılarımızı düşündüm. Hiçbir nedenle baş eğmeyen, namerde boyun bükmeyen, halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutan halk kahramanlarını, o abide insanları… Pek doğal ki (eşyanın tabiatı gereği) baskıcı yönetimlerin hedefi olacaklardı. Demokrasi, özgür düşünce, laik yaşam, eşitlik, hukuk, adalet, insan hakları onların da katkısıyla halkla beraber kurulma tehlikesi vardı. Yok edilmeliydiler. Öyle de yaptılar. Delilsiz hukuksuz özel mahkemelerde yargılandılar. Hastaların tedavileri engellenerek ölmeleri beklendi. Yani öldürüldü. Ruhi Su’ya da kanser olduğu bilinmesine karşın pasaport verilmemesi hiç de anlaşılmaz değildi. “Bu nasıl İstanbul (du yani) zindan içinde." Ama O da biliyordu “Yattığımız yerde güller bitecek bu bizim/ Gün ışıyıp gelir sabret” diyordu. Sabır sabır da hocam, ne zaman bitecek bu ”hab-ı gaflet”, ne zaman dağılacak memleketin “sis”i, ne zaman kalkacak memleketin üstüne çöreklenen bu karanlık? Bu soruyu sorsam bana yakıştıramaz bilirim. Cevabını türküleriyle vermişti çünkü. Pir Sultan da söylüyordu:”Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu/ Ali'm ne yatarsın günlerin geldi/ Korular kalmadı kara yurt oldu/ Ali'm ne yatarsın günlerin geldi.”

Sevgili Ruhi Su hocamı anmak için kalemi elime aldığımda inanın bunları ben yazmadım. Ne dünyaya açılan iki pencerem, ne elime aldığım kalem beni dinliyor. Diyorlar ki; geriye bakarak gitsen de, çok ileri bakarak gitsen de, önce önüne bakmazsan önündeki çukuru göremez , boylarsın dibini.

Durun be ukalalar durun, geçin yerlerinize! Gelin benim kulaklarım. Ben Ruhi Su dinlemek istiyorum.

Ve koydum CD’yi: ”Annem beni yetiştirdi/ Halkı uyandır dedi/ Halk olmadan bir şey olmaz/ Halkı uyandır dedi/ Uyandır ki uymasın o/ Hainin iğvasına/ Sahip olsun hem kendine/ Hem kendi davasına.” Sözler de kendisinin müzik de. Bir başka çalışma. Brecht’in sözleri Sarper Özsan’ın müziği ile: ”Böyle gelmiş böyle gitmez/ Sömürü zulüm devam etmez/ Kaldırmadıkça başlarımızı/ Sefaletimiz bitmez.” Vedat Demircioğlu ağıtında sesleniyor: ”Kurtuluş Savaşı'nda / Belki siz de gördünüz/ Demircioğlu bir değil/ Halkımız gibi çoğul/ GELİYOR ÇAĞIL ÇAĞIL/ GELİYOR ÇAĞIL ÇAĞIL”

Ne diyelim dostlar. Ruhi Su çok şeyi söylemiş. Ben bir şey söyleyim sizin yerinize de –izninizle-

Siz de sonra çok şey yitirdik ama; UMUDUMUZU ve DİRENCİMİZİ ASLA!...

Bizi görüyorsan rahat uyuyamazsın ama IŞIKLAR İÇİNDE UYU!...