Tam da işçi hareketlerinin ivme kaybetmeye başladığı zamanda, örgütlü META işçileri alınlarının teriyle ve akıllarının gücüyle kazanırlar. Tek bir işçinin tek bir kuruş alacağını bırakmadıkları gibi ilk işi işçisini gözden çıkarmak olan şirketlerinin borçlarının da ödenmesini sağlarlar.

1992 META Direnişi: Siz işçiye alacaklarını verin, işçiler de size fabrikayı…
META İşçileri. 16 Temmuz 1992 tarihli Bugün gazetesinden.

CAN KARTOĞLU

Reklamcılar yeni film için harıl harıl fikir bulmaya çalışırken META Elektronik, 1988’de Beşiktaş’taki mütevazı fabrikasından Kartal’a taşınıyordu. Yetmişlerin sonundaydı, “Benim televizyonum ITT Schaub Lorenz” diyen Ahmet Bey’in koltuk kenarına üç kere tık tık tık diye vurduğu reklamla META’nın ürettiği bu markanın hayatımıza girişi…


META çok büyümüştür büyümesine… Ürettikleri televizyonlar Almanya’ya, Yugoslavya’ya, İsrail’e, İngiltere’ye ihraç edilmesine ediliyordur ama bi’ lokmadır işçilerin ücretleri… Eski çalışanların maaşları asgari ücretin biraz üstünde… Gençlerin ve kadınların yoğun olduğu 1500 META işçisinin bin 30’u bağımsız Otomobil-İş’e üyedir.

İktidardaki Anavatan Partisi’nin (ANAP) Avrupa Birliği’nin uyguladığı gümrük vergileri ve televizyon ihracatında 30 dolarlık Destekleme Fiyat İstikrar Fonu’nu 1992’de kaldırmasıyla olanlar olmuş, META’da günlük üretim bin 800’den bin 200’e düşmüştür. Bir şeyler yapmalıdır işveren. En kolayıdır işçiyi gözden çıkartmak… İşçiler ücretsiz izne çıkartılır. İşveren bir süre üretimi durdurur, ücretsiz izinlerin üstünden 13 gün geçmiştir ki ücretsiz izne çıkarttığı işçilerin yarısını işten çıkartır bu sefer. Evlerine postalanır “Tazminatlarınız ödenmeye çalışılacaktır” diyen birer mektup… Kalan işçilerle ve malzemelerle üretim bir süre sürse de işveren bakar, böyle olmayacak… Fabrikanın kapatılmasına karar verir… Konkordato ilan edilir.

Şirket, sadece işçilere mi… 18 bankaya da öyle böyle değil, acayip borçludur. Bankalar gelip de META’nın mallarına haciz koydular mı işçilerin alacakları hayal olacaktır. Buna izin verecek değil ya işçiler! Bankalardan önce onlar gelirler fabrikanın önüne. ITT Schaub-Lorenz’i emek emek üreten işçiler üretecektir en iyi fikri: Önce onlar alacaklarına karşı fabrikanın mallarını haczederler. Avukatları Mebuse (Tekay) Hanım, işverenle konuşur. Evet, harika… Borç kabulü ile işçiler alacaklıdır artık… Fakat malzemeleri nasıl satacaklar? Satamazlar ki… Çünkü malzemeler ipotekli… E, nasıl paraya çevrilecek bunca malzeme?

Otomobil-İş’in işyeri baş temsilcisi Kemal Parlak, fabrikada işçilere seslenir: “Arkadaşlar! Sendikadaki avukatların ve müşavir avukatların vermiş olduğu bilgiye göre biz buradan Anayasa ve yasa gereği bir kuruş para alamayız. Bir kuruş para alamayız, bunu söylediler.” Kıyamet kopar! Ağlayanlar, bağıranlar çağıranlar… “Yasalar böyle diyor. Ben size bir şey söylüyorum. Buradan ya bütün alacakları alırız ya da benim cenazem çıkar. Var mısınız?” Müthiş bir alkış kopar. İşte o gün asılır fabrikanın cephesine bir kırmızı pankart: “Bu fabrikada işgal vardır.” 17 Temmuz ‘92 sabahında haciz için gelen ilk banka Vakıfbank’tır. Atlayacaklarından değil ya; sendika temsilcisi İbrahim Çetin, işçiler Fatma Yıldız ve Ayhan Tosun yedi katlı fabrikanın çatısına çıkar, haciz durdurulmazsa, atlayacağız aşağıya, derler. Aşağıdaki işçilerin yürekleri ağızlarında, pankartları ellerinde: “Her şeye rağmen üretime geçeceğiz”, “Çalışma hakkı kutsaldır”, “Bırakın üretelim” yazıyor her bir pankartta… Akşamüstü olur, önce haciz için gelen kamyonlar, sonra bankanın avukatları fabrikanın önünden ayrılır, çatıdaki işçiler aşağıya iner.

Kemal Parlak, META’ya birinci derece ipotek koyan İnterbank’ın Avukatı Osman Oy’la görüştüğünde “Artık Meta Elektronik diye bir dosyam kalmadı, beni de ilgilendirmezsiniz” der Osman Oy. Parlak da, “Osman Bey, biz de size burayı yedirtmeyiz. Önümüzdeki hafta üretime geçeceğiz” der. Avukat güler: “Benim fabrikamda mı üretim yapacaksınız? Üretirseniz alkışlarım.”

En iyi yaptıkları şeyi yapacaktır işçiler. Üreteceklerdir. Fabrikada yaşam başlar ve gece gündüz kesintisiz 62 gün sürer. Ürete ürete kazanacaklardır. Ama nasıl? Stokları sayarlar. Tek eksik televizyon tüpüdür. İşverenle konuşulur. İşveren gümrükteki televizyon tüplerini fabrikayı işgal etmiş işçiler için çekecek değil ya, gidin kendiniz çekin, der. İşçide tüpleri gümrükten çekecek para yok ama akıl var… Kemal Parlak anlatsın mı: “Gittik Kadıköy’de bir spotçuyla anlaştık. Benim bir arkadaşım aracı oldu. Spotçuya dedik ki gümrükte tüpler var, sen o tüpleri çek, parasını ver, biz sana piyasadaki fiyatın çok altında fiyatla televizyon vereceğiz tüplerin karşılığında. Adam kabul etti.”

Başlatırlar üretimi işçiler. Maaşları karşılığında ürettikleri televizyonları alırlar. Aldıkları her televizyon maaşlarından düşer. Televizyonları yarı fiyatına şıp diye satarlar. Spotçularla da anlaşırlar. “Patronsuz üretim”le televizyonlar spotçular aracılığıyla da piyasa fiyatının çok altında su gibi satılır… Halk, fabrikanın önünde kuyruk olur, süper yüksek kaliteli televizyonu süper alçak fiyata alabilmek için… Markasız ama markalıdır televizyon… Ahmet Bey’in televizyonudur işte…

İşçilerin alacakları bitmez ama malzeme biter. Üretim durur. Öyle büyüktür ki alacakları… Yine işçiler üretecektir en güçlü fikri. Fabrikayı satacaklardır. Nasıl mı? Kemal Parlak’tan dinleyelim:

Mebuse Hanım dedi ki, ‘Deneyelim.’ Sendikaya söyledik. Kimse inanmıyor, ilgilenmiyor. Biz satacağız, biz satın alacağız. Bir gazeteye ilan verelim. Öyle çok fazla göz önünde olmayan Basın İlan Kurumu’nda bir gazeteye. 6 gün sonra da KDV’sini yatıralım. Bankalar duymadan gerçekleştirelim bunu. Ama bu muvazaalı bir satış olur, dava açarlar elimizden alırlar. Ne yapalım? Başkasına devredelim. Gittik fabrikanın bahçesine sabah. Yedieminim ben aynı zamanda, işçilerin fabrikadaki alacaklarına karşılık yediemin olarak ben yazılmışım. Bizim iki avukatımız geldi Mebuse Hanım’ın yanında. Emek Büro’dan, Av. Hülya (Düren) Hanım ve Av. Ülkü (Uz Berber) Hanım. Biri satıyor, biri satın alıyor. İbrahim Çetin tellak, ben de yedieminim. Sattık satın aldık. Sonra notere gidip devrettik bir yoldaşımıza.

Artık, Av. Osman Ay’ı ziyaret etmenin sırasıdır. Fabrikanın eski sahiplerini de davet ederler. Kemal Parlak “Osman Bey elimizde bir tane elektronik fabrikası var, değerlendirmek ister misiniz?” der. Rengi atmasına atacaktır Osman Ay’ın ama yiğidin hakkını da yiğide verecek, “Hiç kimse bana bunu yapamazdı. Helâl olsun size” diyecek ve soracaktır: “Ne istiyorsunuz?” Tek şey: Alacaklarını almak. Siz işçiye alacaklarını verin! İşçiler de size fabrikayı! Sadece sendikalı işçilerin değil beyaz yakalıların da bütün alacaklarının, tazminatlarının en yüksek banka faizi ile ödenmesini, fabrikanın vergi ve SSK borcunun da kapatılmasını ister işçiler.

Tam da işçi hareketlerinin ivme kaybetmeye başladığı zamanda, örgütlü META işçileri alınlarının teriyle ve akıllarının gücüyle kazanırlar. Tek bir işçinin tek bir kuruş alacağını bırakmadıkları gibi ilk işi işçisini gözden çıkarmak olan şirketlerinin borçlarının da ödenmesini sağlarlar. Söyleyin şimdi, el mi yaman, işçiler mi? Emek tarihi altın harflerle yazmasın mı bu cânım işçileri? META işçileri, bugünün işçilerine “En kötü gününde bizi hatırla” demesin mi?

Bu yazı için, Can Şafak ve Nuran Gülenç’in Otomobil-İş Tarihi kitabından yararlanılmıştır.