“Eğer genç insanlar kaba, pragmatik ve araçsalcı olmayan bir üniversitenin neye benzediğini bilemeyeceklerse, geleceğin entelektüelleri ve siyasetçileri nerede şekillenecek?”

Zygmunt Bauman

Türkiye, geçtiğimiz dönemde bu sorunun yanıtını dramatik adresler göstererek vermiş olsa da 2,5 milyona yakın gencin üniversitede gelecek aradığı bir günde bu sorudan vazgeçmemek gerekiyor.

Üniversiteler son dönemde birbiriyle ilişkili üç boyut üzerinden gündemde kalmaya devam ediyor. Birincisi, üniversite mezunu işsizlerin payındaki gözle görülür artış nedeniyle üniversite eğitiminin yeterliliği sorgulanıyor. Artık biliyoruz ki, birkaç bölüm dışında metropolü ve taşrasıyla üniversite mezunu olmak iş bulmanın anahtarı olma özelliğini yitirdi. Bu konuda üniversitelerin verdiği diplomalarla, ekonomilerin ihtiyacı olan geleceğin meslekleri arasında sağlıklı bir bağın kurulmaması üniversitelere yöneltilen en önemli eleştiriler olarak öne çıkıyor.

Ikinci boyuttaki tartışmayı tıpkı işsizlik meselesinde olduğu gibi, pandemi derinlerden alıp yüzeye çıkardı. Yüz yüze eğitimin imkânsızlığı uzaktan eğitime geçiş konusundaki tartışmaları alevlendirdi. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gördük ki, iktidar ve üniversite yönetimleri eğitimi sanal ortama taşımak konusunda son derece istekliler. Eğitimin bu tür paketlenmiş modüllerle hem etkin hem de verimli hale geleceği, ana vurgu olarak tartışmalarda öne çıkıyor.

Üçüncü olarak, üniversitelerin yeniden yapılandırılması konusunda YÖK’ün Cumhurbaşkanlığı’na sunulmak üzere hazırladığı taslak, üniversiteleri tartışma konusu haline getirdi. Farklı modelleri içeren taslakta en dikkat çekici boyut, üniversite yönetimlerine üniversite dışı aktörlerin dahil edilmesine olanak sağlayan “mütevelli heyeti” modeli oldu! Bu modelin gerisinde, özellikle iş dünyasının temsilcilerini yönetimin parçası haline getirerek üniversiteyi bir ekonomik işletmeye dönüştürme kaygısının olduğunu biliyoruz. Sözünü ettiğimiz her üç alanda da tartışmaların ortak bir özelliği var; tam da yaratılmak istenen sonuca uygun biçimde araçsal/ekonomik akıl etrafında gerçekleşiyorlar. Ne yazık ki geçtiğimiz dönemde hem toplumsal alanda hem de özel olarak üniversiteler alanında yaşanan yenilgiler, araçsal aklı ve akıl yürütmeyi neredeyse bir norm haline getirdi. Ancak şu da bir gerçek ki, geldiğimiz noktada bu araçsal akla ve öngördüğü üniversite modeline karşı durulacaksa bu, araçsal/ekonomik aklın içinden tartışmaya katılarak olmayacak!

Kuşkusuz üniversite mezunlarının iş bulamaması çok dramatik bir sorun ve bunun nedenleri üzerinde durmak gerekiyor. Ancak üniversite sadece iş bulmak için gidilen bir yer mi? Üniversite aynı zamanda entelektüelin, siyasetçinin, bilinçli ve eleştirel yurttaşın ve özgür bireyin filiz verdiği en esaslı yerlerden biri değil mi? Tam da bu nedenle, uzaktan eğitime karşı çıkma gerekçelendirmesi sadece verilecek derslerin kalitesi üzerinden yapılmamalıdır. Üniversite derslerin ötesinde etkileşimlerin, karşı çıkışların ve özgürleşmenin mekânıdır. Dahası, üniversite ekonomik aklın izlerini en yoğun taşıdığı anda bile, o aklın eleştirisinin yapıldığı yerdir.

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de üniversite, geçtiğimiz uzun dönemde araçsal akıl karşısında önemli mevziler yitirdi, önemli kayıplar yaşadı! Ama belli ki eleştirel akıl ve eylemden geriye hala bir şeyler kalmış! Yukarıda altını çizdiğim alanlara yönelik kurgulanan müdahaleler işte o geriye kalanı da tasfiye etmeyi, üniversiteyi tümüyle muhalif kimliğinden arındırmayı ve kendinin kılmayı hedefliyor.

An itibariyle bu konuda duyarlı olmak ve üniversitenin eleştirel akıldan arındırılmasına izin vermemek için tamı tamına ifade etmek gerekirse, 2 milyon 433 bin 219 gerekçemiz var!

Üniversitenin neye benzediğini bilmek her birinin en temel hakkı!