Türkiye ekonomisi hiçbir kalıcı önlem almadan kriz içerisinde debelenip duruyor. Bu vahim tabloyu iki semptomdan okumak mümkün; birincisi, “deleveraging” denilen “borçların azaltılması”; ikincisi de “credit crunch” diye adlandırılan “kredi kıtlığı”. Ekonomi uzun yıllardır “dinamizmini” dış kaynaklardan, diğer bir ifadeyle yabancıların tasarruflarından sağlıyordu. Bu da başta reel sektör şirketleri, başlıca ekonomik aktörlerin döviz borçlarının kabarmasına, dışa […]

Türkiye ekonomisi hiçbir kalıcı önlem almadan kriz içerisinde debelenip duruyor. Bu vahim tabloyu iki semptomdan okumak mümkün; birincisi, “deleveraging” denilen “borçların azaltılması”; ikincisi de “credit crunch” diye adlandırılan “kredi kıtlığı”.

Ekonomi uzun yıllardır “dinamizmini” dış kaynaklardan, diğer bir ifadeyle yabancıların tasarruflarından sağlıyordu. Bu da başta reel sektör şirketleri, başlıca ekonomik aktörlerin döviz borçlarının kabarmasına, dışa bağımlılığın artmasına neden oluyordu. Son dönemde ise bankacılık sistemi dış borçlanmasını başta “swap” çeşitli mekanizmalarla TL kaynaklara çeviriyor, böylelikle yerel para cinsinden kredi vermeyi sürdürüyordu.

Deleveraging devrede

2018 Ağustos krizinden bu yana dış borçlanma bir yana, mevcut borçların hızla ödenmesi sürece başlamış görünüyor. Bu gönüllü bir rota değiştirme kararından değil, güvenin kaybolması nedeniyle yeni krediler bulamamaktan kaynaklanıyor. En belirgin gösterge ise, 2018’in ilk çeyreğinde 467 milyar dolar olan Türkiye’nin dış borçlarının 2018 dördüncü çeyreğinde 445 milyar dolara gerilemiş olması. Bu 22 milyar dolarlık bir azalmaya işaret ediyor. Özel sektörün dış borçları ise 325 milyar dolardan 298 milyar dolara düşmüş. Diğer bir ifadeyle 27 milyar dolar net dış borç ödemiş. Reel sektörün net döviz pozisyonu ise (dikkatinizi çekerim dış borç değil yerel bankalara yabancı para yükümlülüklerini de içeren döviz yükümlülüğü) yakın zamana kadar 220 milyar doların üzerindeyken Ocak 2019 döneminde 194.5 milyar dolara çekilmiş.

“Fena mı? Dış borçlarımız azalıyor!” diyebilirsiniz. Ancak ekonominin daraldığı, şirketlerin nakit akışlarının tıkandığı bir kavşakta dış borç-döviz borcu geri ödemek zorunda kalmak ekonomiyi felç eder. Yatırımın tamamen durması, üretimin özellikle ithalat darboğazı nedeniyle tökezlemesi sonucunu verir.

Cari açığın daralması da rahatlatmıyor

Nitekim 13 Mayıs’ta açıklanan ödemeler dengesi verileri tamamen bu ağır tabloyu yansıtıyor. Piyasa yorumcuları Mart ayı cari açığının 589 milyon dolara çekilmesiyle avunuyorlar. Halbuki asıl sorun finans kaynaklarının kuruması nedeniyle ithalat yapılamaması. Aslında sırf rezervlerdeki değişme dahi içinde bulunulan, korkutucu durumu yansıtıyor. Çünkü cari dengede 589 milyon dolar gibi sınırlı bir açığın söz konusu olduğu bir ayda rezervler bunun 10 katına yakın 5728 milyon dolar azalmış. Net hata ve noksan kaleminde 4.3 milyar dolar sermaye çıkışı gözlenmiş. Diğer yatırımlar kaleminde ise 3.2 milyarlık bir gerileme gerçekleşmiş. Özellikle yurt içi bankaların yurt dışı hesaplarına 4.7 milyar dolar aktarmaları dikkat çekiyor. Portföy yatırımlarının 1.3 milyar dolar sermaye girişi göstermesi de yanıltıcı. Çünkü bu ayda yabancılar gerek borsada (554 milyon dolar), gerekse de devlet iç borçlanma piyasalarında (863 milyon dolar) satış yapmışlar. Bankaların (1.7 milyar dolar) ve şirketlerin (1.2 milyar dolar) tahvil ihraçlarını bu aya yığmaları bu kalemin artı vermesinde etkili olmuş.

Özetle, Türkiye ekonomisi bu borcu azaltma süreci sürdükçe, yeni kredi kaynakları bulamadığı müddetçe giderek güçten düşecek, içine büzülecektir. Ya borçların yeniden yapılandırılması-kamucu bir anlayışla ekonomiye çeki düzen verilmesi gerçekleşecektir (ki buna bir yandan İslamcı bir yandan piyasacı rejimin “fıtratı” engeldir), ya da IMF-DB eksenli bir kemer sıkma programıyla yeni kaynak girişi sağlanacaktır. (Bu da ekonomik krizin faturasını geniş halk kitlelerine çıkaracak bir formüldür). Aksi takdirde ekonomi saplandığı bataklıktan çıkamayacaktır.

Kredi kıtlığı da belirginleşiyor

Borçların geri ödenmesi (deleveraging) kulvarına bir kez girildikten sonra, kredi kıtlığı ile karşılaşmak da kaçınılmaz hale gelir. Bankalar bir yandan dış fonların çekilmesi, bir yandan da krizdeki bir ekonomide gelirlerin düşmesi sonucu iç tasarrufların azalması nedeniyle kaynak sıkıntısıyla karşılaşırlar. Öte yandan talebin daralması, yeni yatırımların da hiç düşünülmemesi sonucu sağlıklı şirketlerin kredi talepleri de bıçak gibi kesilir. Bankaların faaliyetleri büyük ölçüde sorunlu firmaların kredilerini yeniden yapılandırmaya yoğunlaşır.

31 Mart seçimlerine gidilirken ekonomi yönetiminin önce kamu bankaları aracığıyla, sonra da özel bankalara baskı yoluyla kredi hacminin zoraki artırılması çabası içerisine girdiğini biliyoruz. Merkez Bankası’nın son verileri, 3 Mayıs’la biten haftada mevduat bankalarının TL kredilerinin 1364.7 milyardan 1346.3 milyara düştüğünü gösteriyor. Bir haftadaki 18.4 milyarlık büzüşme ekonominin damarlarındaki kanın çekilmesi gibi akut bir durum yaratır. 2018 sonundan bu yana TL kredilerin nominal %3.7 artışı da reel daralmaya işaret ediyor.