Bazen sınav/ödev kâğıtlarında ilginç öğrenci notlarıyla karşılaşıyorum. Bu yılın favorisi, farklı dönemlerde yapılmış ama tamamen aynı konuyu işleyen iki filmin karşılaştırmalı analizini istediğim bir derste karşıma çıktı. Verdiğim ödev filmlerini çok rahatsız edici bulan öğrenci, “Lütfen öyle bir imkânınız var ise bundan sonraki filmleri biraz daha pozitif, biraz daha az rahatsız edici seçelim” diyordu.

Sinema sosyolojisiyle ilgili çalışmalarda, örneğin kolay yoldan zengin olma hayalleriyle taşradan New York’a gelen Joe ile ‘İbo’ gibi türkücü olup köşeyi dönmek amacıyla İstanbul’a gelen ama inşaat işçiliğinde sıkışıp kalan Şehmuz’un öykülerine (Midnight Cowboy/Geceyarısı Kovboyu, 1969 - Son Urfalı, 1986); Avrupa’nın yerleşik kapitalist düzen ve kültürüne ayak uydurmakta zorlanan gurbetçilerin hikâyelerine (Almanya Acı Vatan, 1979 - 40 Metrekare Almanya, 1986); adalet anlayışının altyapı-üstyapı ilişkileri bağlamında nasıl değiştiğini gözlemleyebilmemizi sağlayan anlatılara (12 Angry Men, 1957 - 12, 2007) ‘zeitgeist’ (zamanın ruhu) olgusunu somutlaştırmak için başvuruyoruz. Öğrencinin ‘rahatsız edici’ bulup şikâyet ettiği filmler de bunlar işte...

Ama AKP iktidarında doğmuş, ergenliğinde Gezi Direnişi’ni, komşu ülkeleri karıştırmak için gönderilen silah dolu tırları, Soma maden faciasında tekmelenen işçiyi, Berkin adlı bir çocuğa duyduğu kini açık açık dile getiren nefret dolu başbakanı, grevleri yasaklamakla övünen bir iktidarı, ülke tarihinin en büyük yolsuzluklarını görmüş bu kuşak aslında epey ‘şerbetli’ sayılır. Hem de, sayısız kanaldan 24 saat boyunca her şeyin nasıl güllük gülistanlık olduğu yalanını söyleyen yandaş medyaya, bugün yapılan tüm yanlışları uydurma bir ‘şanlı geçmiş’le örtüştürerek temize çıkarmaya çalışan Neo-Osmanlıcı dizi ve film furyasına rağmen böyle bu…

Yine de, bariz bir sıkıntı var: ‘Zamanın ruhu’ kavramı genellikle 10 yıllık periyodlar halinde ele alınır. Mesela bu yüzden ‘80ler dünyası’ dendiğinde coğrafyaya bağlı kültürel farklılıkların ötesinde herkes yaklaşık olarak aynı şeyleri anımsar ve hisseder. Ama Türkiye’de ‘zeitgeist’ 10 yıllık periyodların ötesine taşıyor. “Vay be! Zamanında bu ülkede neler yaşanmış da nasıl filmler yapılmış!” demesi gerekirken, 1986’da yapılmış bir filmin anlatısında yer alan üretim ilişkilerinin, işsizliğin, adaletsizliğin, cinsiyet eşitsizliği ve erkek-egemen yapının 2020’de neredeyse hiç değişmeden, hatta özellikle kadın cinayetleri ve çocuk istismarı gibi konularda daha da derinleşerek yaşandığını, yani aslında sinema ve edebiyatta anlatılan distopyalardan birinde yaşadığını gören 20 yaşında bir genç olsam, ‘nasıl bir geçmiş’le ‘nasıl bir gelecek’ arasındaki o korkunç gerilimin baskısını ben de hissederdim galiba -ki, hissediyorum da zaten!

Bu yılki üniversiteye giriş sınavlarına katılan gençlerde gözlemlenen yoğun yılgınlık hissinde pandemi sürecinin yasakları kadar, bu onyılları aşan ‘zeitgeist’ın da etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yüzden mesele basitçe AKP iktidarı değil, 21’inci yüzyılın dünyasında bu ilkelliği doğurup besleyen toplumsal koşulları değiştirebilmekte düğümleniyor.

O değişim yavaş yavaş gerçekleşecek; gençlerin anlatıları tarihsel bağlamına yerleştirerek ele alabileceği, böylece filmleri şimdiki kadar rahatsız olmadan izleyeceği günler işte böyle bir değişimin ardından gelecek. Ve bu, ütopik bir geleceğin değil, distopik bir geçmişin hikâyesi olarak anlatılacak.