“200 film yaptım, 100’ü kötü”

İki-üç gün önceydi, salon.com’da aşina bir çehreyle karşılaştım: “old friend”im Udo Kier. Bana öyle derdi, “eski dost”. Tüyler ürpertici filmlerin oyuncusu, korkutucu ve itici karakterlerin yaratıcısı Kier, kalitesiz olandan da kaçınmaz. Yeter ki ilginç olsun. Gus Van Sant’la bir kez daha birlikte çalıştığı yeni filmi “Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot” münasebetiyle, elli yılı aşan meslek hayatını şöyle bir gözden geçirmiş.

“200 film yaptım,” diyor, “100’ü kötü.” Geri kalanların 50 tanesi biraz şarapla keyifle seyredilir. Elli tanesi de iyi filmlerdir. O listede Lars’ın (von Trier) 10’dan fazla filmi var. Fassbinder, Gus Van Sant ve Werner Herzog filmleriyle birlikte. Çok iyi filmler de yapmışım, ancak çoğunluğu kötüdür. Neyse ki yaptığım işten keyif alırım hep, eflenirim. Öyle olmasa hemen oyunculuğu bırakırdım.”

Biz de kendisini tanıdığımız kadarıyla zevk almadığı bir şeyi yapmayacağını sanıyoruz. Eğer Udo Kier’in peşine takılıp dolaşırsanız, neşeli bir hayatınız olur. Ama tehlikeli de. Yeni Alman Sineması’nın aslarından Rainer Werner Fassbinder ile tanıştıklarında, Kier 17 yaşındaymış Fassbinder de 17. Gay kulüplerinde sürttükleri, hatta Udo’nun kapıda fedailik de yaptığı rivayet olunur. Kendisine sorarsanız, anlatır zaten. Başka şeylerin yanısıra unutulmaz bazı performanslarıyla da tanınan Udo Kier, elâlemin yargılarına aldırmadığı için olsa gerek, bir dürüstlük numunesidir. İyi de bir arkadaştır.

Birlikte hayli hatıramız var. İlk karşılaşmamızın ardından bir söyleşi yapmıştık. Ev ödevlerinin faydasını görmüş olsam gerek ki, bir daha (sanırım Ali Özgentürk’ün Bela Bartok filmi için geldiğinde) gene benimle konuşmak istemiş. “Ahha,” demişti görünce, “Old friend!” Sonra çok eğlenceli bir Antalya Film Festivali beraberliğimiz oldu. Orada yeni bir arkadaş da edindi: “blond actress / sarışın aktris”, yani Ahu Tuğba. “İyi kız,” diyordu onun için (Nicole Kidman ve Pamela Anderson da aynı sınıflamaya giriyordu). Gerçekten de Ahu Tuğba, kortejdeki yerinden tutun da (o, sarışın aktris ve aktrisin papağanı birlikte katılmışlardı), saygın bir oyuncu muamelesi görmesine kadar (“Aa, adam dünya çapında oyuncu, ayol!” her şeyiyle ilgilenmişti. Unutamadığım bir kahvaltımız da vardır. Kahvaltının kendisinde bir şey yok da, otelde kalan gazeteci arkadaşların Udo, Tuğba, kızı ve benden oluşan ekibimize hayret ve dehşet arası bir ifadeyle bakışları çok komikti.

Ama en öncesinde, 26. İstanbul Film Festivali’nde tanıştık. Akbank Sanat’ta, iki Fassbinder oyuncusunun katıldığı bir söyleşi yapıldı: Irm(gard) Herrman ve Udo Kier. Kier’i görme fikri beni baştan çıkardı, Erenköy’den kalkıp topallayarak gittim. Söyleşinin moderatörü, aynı zamanda festivalin ilgili bölümü “Kızgın Taşlara Düşen Gözyaşları”nın küratörü olan Fatih Özgüven’di. İki oyuncu,

Fassbinder’le çalışmanın nasıl bir şey olduğundan, Anti-Theatre ile başlayarak oluşturdukları küçük, birbirine bağlı aileden söz ettiler. Kier, yönetmenle oyuncuları arasında var olduğunu hep duyduğumuz sevgi-nefret ilişkisini de vurguladı. “Ondan nefret ederdim, ama severdim de.” Bütün İngilizce filmlerinde oynadığı Lars von Trier’in ise tanıdığı en iyi insan olduğunu söylerdi: “Küçük bir teknesi var, balık tutar, çocukları sever.”

Özelliği olan yönetmenlerle çalışmayı seviyordu, ama onlardan da para alınamıyordu. Fassbinder’le çalışırken hemen hemen hiç para almazlarmış. Üstelik yönetmen onları hem başka yönetmenlerden, hem de birbirlerinden kıskanırmış, kendisine komplo kuracaklarından korkarmış.

Söyleşiden sonra yalvarıp yakarıp, biraz da tehdide başvurarak, Kier’le tanışmıştım. Söyleşiyi düzenleyen Goethe Enstitüsü görevlileri tarafından Dulcinea’ya davet olunduk, Udo ve İrm ile oturduk (artık samimi olmuştuk). Yoldan geçen Tuğrul Eryılmaz’ı, Yeşim Tabak’la çıkıp sokaktan aldık, muhabbete dahil ettik. Ben ayrılırken de Udo ayağa kalkıp iki yanağımdan öptü. Yıkamayayım diye düşünmüştüm ama, olmuyor.

Udo’yu görmek isterseniz, bu yakınlarda Van Sant filmi dışında Mel Gibson’la “Dragged Across Concrete”, Sonia Braga ile “Bacurau/Nighthawk”da, ayrıca “The Puppet Master: The Littlest Reich” ve Jertzy Kosinski’nin “The Painted Bird/Boyalı Kuş”unda oynamış. Sonuncusunda Stellan Skarsgård ile… Bir de Geraldine Chaplin’le filmi var. “Küçük anları seviyorum. Bir bakış, “Melancholia”da bir el hareketi. Nutuk çekmeyi meraklı değilim. Perdede sıradışı şeyler yapmak isterim.”