2002 seçimleri, 2001 krizinin ardından Devlet Bahçeli’nin dayatmasıyla yapıldı. Şu an siyasal bir belirsizlik yaşanıyor. 2002 ile 2022 benzeşiyor ama ileriye bakıldığında tablo farklılaşıyor.

2002 seçimlerinin bugünle benzerliği

Dr. Sezgin TÜZÜN - Araştırmacı

İktidar ve küçük ortağı, “seçimler 2023’de, adayımız da Erdoğan” diye sürekli ardı arkası kesilmeyen açıklamalarda bulunurken, 2022’de seçim olacağını ben nereden çıkarıyorum? Elbette Erdoğan’ın iktidar partisinin ve küçük ortağının tek ve de biricik Cumhurbaşkanı adayı olmasından. Çünkü T.C. Anayasası madde 101’de Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır, bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir dendiğine ve Erdoğan da 2014’de ilk, 2018’de ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilip 2023’de görevini tamamlamış olacağına göre, bir kez daha aday olamaz. Bu durumun tek istisnası erken seçim kararının alınması olabilir, çünkü o zaman Erdoğan’ın görev süresi daha tamamlamamış oluyor. Ama seçimlerin zamanında (2023 Haziran’ında) yapılması durumunda Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı gösterilir ve Yüksek Seçim Kurulu da bu adaylığı onaylarsa (daha önce mühürsüz zarf ve oy pusulalarıyla kullanılan oyların Yüksek Seçim Kurulu’nca geçerli sayılması gibi), Erdoğan’ın da seçime katılması söz konusu olabilir mi(!) bilemiyorum(!) Eğer Erdoğan aday olamıyorsa ortaya Cumhur İttifakının yeni bir adayının çıkması gerekir ki, o da Erdoğan’ın karizmatik liderliğini arkasına alsa bile Erdoğan olamayacağı için, vekiliyle yapılan seçimin başarısızlığı kaçınılmaz olabilir. Dolayısıyla, eğer Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olduğu ısrarla belirtiliyorsa seçimlerin 2023 yılında değil 2022’de erken seçim olarak yapılacağını düşünmek, yanlış bir akıl yürütme olmamalı.

2002 genel milletvekili seçimleri, 2001 krizinin ardından MHP lideri Bahçeli’nin dayatmasıyla erkene alınarak yapılan ve ekonomik krizin seçmenler üzerinde büyük etkileri olduğunun görülüp yaşandığı bir seçimdi. 2001 krizi önce üst toplumsal kesimleri vurmuş, giderek toplumun alt katmanlarına doğru yayılan, ağırlıkla ekonomik ve de sosyal, siyasal bir krizdi. Şu anda (2021 ve 2022’de) yaşanmakta olan kriz ise, sosyo-ekonomik ve siyasal bir kriz olarak bu kez alt toplumsal kesimlerden üst katmanlara doğru toplumun tamamını etkisi altına alan toplumsal, ekonomik ve özellikle de siyasal bir belirsizlik, bir kaos hali ortaya çıkarmış durumda. Dolayısıyla başlıktaki soruya geri dönecek olursak, bu yazının açılım ve özünün “2022 seçimleri de 2002 seçimleri gibi iktidar değiştiren seçimler mi olacak?” sorusuna, gündemde böyle bir sorunun olup–olmadığına yanıt aramak için yazıldığına açıklık kazandıracaktır.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002 seçimlerinden kısa bir süre önce Fazilet Partisi’nin (FP) Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sürecinde kuruldu. 1999 seçimlerinde oy oranları sırasına göre, seçim barajını geçen beş parti, Demokratik Sol Parti (DSP) / Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) / FP / Anavatan Partisi (ANAP) / Doğru Yol Partisi (DYP) oldular. Ancak bu partiler toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 10’u ile 18,4’ü arasındaki bir çoğunluğun oyunu alabilmişken, (CHP) Cumhuriyet Halk Partisi ise yüzde 10’luk seçim barajına bile yaklaşamayan partilerden biri oldu. Bu beş partinin üçü DSP / MHP / ANAP, Bülent Ecevit’in başkanlığında bir koalisyon kurarak hükümeti oluşturdular. Ne var ki önce 1999 Kocaeli depremi, ardından 2001 krizi, Ecevit’in hastalığı, Bahçeli’nin hemen ve acilen seçim diretmesi bu hükümetin 2002 yaz başına değin devamına ancak olanak tanıdı. 2002 yazında MHP lideri, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin isteğiyle seçim kararı alınarak 3 Kasım 2002’de 12 Eylül döneminin altıncı genel milletvekili seçimi yapıldı. Bu seçimde AKP, toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 26,1’inin, CHP yüzde 14,7’sinin oyunu alırken tüm diğer partiler geçerli oyların yüzde 10’u düzeyindeki seçim barajını aşamadıkları için ‘iki partili ve kayıtlı seçmenlerin ancak yüzde 41’inin oyunu yansıtan bir meclis’ ortaya çıktı. Bu eşitsiz ve düşük temsilli seçim yapısının sonucu olarak AKP, kayıtlı seçmenlerin dörtte birinin oyuyla mecliste üçte ikilik milletvekili çoğunluğunu kazanarak tek başına iktidar oldu.

Kuruluşunun hemen ardından önemli bir milletvekili çoğunluğuna sahip olarak tek başına iktidara gelen AKP, kendini iktidara getiren oyların yüzde 30,3’ünü AKP kurucularının ayrıldığı Milli Görüş geleneğinin temsilcisi Refah/Fazilet/Saadet partisi seçmenlerinden, 51,3’ünü de, 1999 yılında erken seçimle iktidardan düşen koalisyon partilerine oy veren seçmenlerden (MHP’den yüzde 23,8, ANAP’tan 18,2 ve DSP’den de 9,3 puan olmak üzere) almayı başarmıştı. 2007’de kayıtlı seçmenlerin yüzde 30,1’i, 2011 seçimlerinde de yüzde 42,5’inden oy alan AKP, oylarını giderek geçerli oylar bazında yüzde 50’nin üzerine taşıdı. Böylece en yüksek seçmen desteğine sahip olduğu 2011 seçimlerinde AKP oylarının yüzde 16,7’si Milli Görüşçü Refah/Fazilet/Saadet partisi seçmenlerinden, yüzde 22,6’sı Demokrat Parti (DP) çatısında birleşen ANAP’lı, Doğru Yol’lu muhafazakâr seçmenlerden ve yüzde 13,1’i daha önce MHP’ye oy vermiş milliyetçi seçmenlerle, yüzde 6,3’ü de diğer küçük sağ parti seçmenlerinden (toplamda yüzde 58,7’sini) devşiren İslamcı bir sağ seçmen potası oluşturma yoluyla iktidarını pekiştirdi, yaydı. Ayrıca 2002’den 2011’e -yaklaşık- yüzde 25 oranında artan -dindar ve kindar olması istenen- (yeni ve genç kuşak) seçmenin yüzde 60’ının da oyunu alarak AKP (kendi içinde ulaştığı yüzde 86,4’lük muhafazakâr, milliyetçi-İslamcı partilerin seçmenleri ve onların çocuklarının desteğiyle)*[1], ‘oldu bu iş, artık İslam devleti kurmaya seçmen engeli de kalmadı’ evresine ulaştığı kanısına vararak ve de bu güvenle, nihai amacına doğru yol almaya hız verdi.

Yurtiçi kayıtlı seçmen bazıyla oylarını 2011’de en yüksek (%42,5) düzeyine taşıyan AKP o noktadan itibaren oy yitim sürecine de girdi. Bu süreçte iç çelişkiler, çıkar çatışmaları önce ümmetçi İslam’dan milliyetçi İslam’a doğru kayma zorunluluğunu ortaya çıkardı. Ama her durumda AKP’nin birincil amacı, koşullar ve durumdan bağımsız olarak, liderleri ve çevresi için iktidarda olmak-kalmak üzerine kurgulanmıştı. Haziran 2015 seçimlerinde toplam kayıtlı seçmenlerden AKP’nin aldığı oy yüzde 34,1’e geriledi, iktidarın elden gitme tehlikesi doğdu. Oysa bu kabul edilemezdi. Edilmedi ve seçim yenilendi. Kasım 2015’de AKP bir kez daha kayıtlı yurtiçi seçmenlerin yüzde 42,5’inin oyunu almayı başardı. Fakat izleyen 2018 seçimlerinde bu oy oranı tekrar gerileyip yüzde 36,5’e kadar düştü. Ama neyse ki sistem değiştirilmiş, seçim dışında hesap verme zorunluluğunun olmadığı öngörülen, önemli yasama yetkileriyle, yürütme erkine sahip partili Cumhurbaşkanlığı -tek adamlık- sistemine geçilmişti.

2018 seçimleri ardından geçen her gün, 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında etkisi artarak yaşanılan sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlar, demokrasisizliği ve faşizme yönelimi giderek daha çok hissedilir hale getirirken, seçimle yönetimin değiştirilme / değiştirilememe ikilemi toplumun gündemine yavaş yavaş girmeye ve tartışılmaya da başlandı. Bu süreç iktidarı yeni yapılanmalara doğru iterken liderliğin gereksinimlerinde de değişmelere neden olarak farklı kadro ve kadrolaşmalar ortaya çıkarıyor ve AKP kadrolarının bazılarının parti yönetiminden dışlanmasına, onların yerlerine de yenilerinin getirilmesine kaynaklık etti. AKP’de yaşananlar 2015’den itibaren yoğunlaşarak MHP’de de yaşanmaya başladı. Tüm bunlar milliyetçilik ideolojisiyle MHP’den kopanların İyi Parti’yi, AKP’nin iktidar kadrosu dışına düşen Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi parti kurucu ve yöneticisi, AKP hükümetlerinde politika belirlemede görev üstlenmiş siyesetçilerden bazılarını, örneğin A.Davutoğlu Gelecek Partisi’ni, A.Babacan Demokrasi ve Atılım Partisi’ni (DEVA) kurma noktasına getirdi. Ancak bu partilerin her üçü de Kürt siyasetçilerin ağırlıkta olduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile sol/sosyalist partileri, iktidarın yaftaladığı terorist nitelemesiyle tanımlamaya devam ederek kendi demokrasi anlayışlarının da merkezine taşıdılar. Bu terörist partilerle (HDP ve sol/sosyalist partilerle) hiçbir işbirliği yapmayacakları gibi, onlarla ilişki içinde olmayı açık ve net biçimde reddeden görüşlerini de ilan ettiler. Böylece kendi parti konumlarını da iktidarın tanımlamalarına uzak olmayan bir alana yerleştirmiş oldular.

19 yıllık iktidar sürecinde adım adım devletleşen Erdoğan ve AKP iktidarı yedeğine taktığı ve takıldığı MHP’yle birlikte, iktidardan gitmez-gidemez evreye doğru yol alırken, kendileri ve rakipleri için bir düşman kutuplaşma örgütleşmesi üreterek, kendi ve rakiplerinin siyaset odağına bu kavramlaştırmayı yerleştirdiler. Bir yanda AKP ile MHP’nin Cumhur ittifakı diğer yanda ise CHP ile İYİ Parti’nin iktidar oyununa katılabilmek adına oluşturup, koşullara uyanlara (iktidar tarafından terörist damgası yememiş olanlara) da açık tuttukları Millet ittifakı yaşama geçirildi.

Millet ittifakının kolları; ilk dokuz yılında AKP oyları içinde 22,6 puanlık ağırlığı olan ANAP’la DYP’nin ortak yeni çatısı DP’ye, 16,7 puanlık ikinci büyük kesimi oluşturan Milli Görüş’ün son temsilcisi SP’ye ve AKP’den ayrılıp parti kuran DEVA ve Gelecek Parti’lerine açık, iktidarın terörist damgasıyla karalanmış HDP ile sol/sosyalist partilere kapalıydı. Acaba bu iki ittifakın; dünya görüşü, ideoloji olarak birbirimizden bir farkımız yok ama uygulama politikalarında birbirimizden farklıyız demeleri anlamına mı(?), yoksa iktidar ideolojisinin muhalefete de egemen olup şekil değiştirerek de olsa yola devam edileceği anlamına mı(?) geldiği, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken konulardan.

Oysa ülkenin kayıtlı seçmeninin en az yüzde 30-33’ü bir dini ideolojinin devlete taşınarak biat kültürü üzerinden yönetim anlayışının oluşturulmasına karşı olduğu; insan hakları, eşitlik, özgürlük, değişme, dayanışma ve demokrasiden yana tavır ve talepleri olan toplumsal kesimleri içinde barındırırken, işte o kesimde olduğu düşünülen ülkenin en eski ve tarihi partisinin çözümü sağ’da arıyor oluşu; acaba o partinin ufuksuzluğunun mu(?), yoksa ufuk yaratma becerisiyle bütünleştrilmeye çalışılan eskiden bir yeni üretme uğraşının başarısız bir yansıması mı?

2002 ile 2022’nin gelinen konum açısından birbirine çok benzeyen yönleri var. Ekonomik krizi, mantar gibi çoğalan partileri ve de Bahçeli’nin kilit adamlık rolüyle 2002 ile 2022 benzeşiyor denebilir. Ancak ileriye bakınca görünen ve görünmeyen kara bulutlar bağlamında bu iki dönemin ufku ise çok farklı. Birinde geleceğe bakınca umut vardı, karardı. Diğerinde ise ileriye bakınca umutsuzluk ve karamsarlığın ağır bastığı, kitlelerin bunaldığı, gençlerin yurtdışına giderek gelecek aradığı bir çıkışsızlık egemen. Ne var ki, demokrasiye sadece azınlıkların değil kendini çoğunluk olarak görenlerin de ihtiyacı olduğu, yadsınamaz bir gerçek. Ancak bir gerçeğin yadsınamazlığı, gerçekleşebilmesini ne kadar karnında taşıyor, taşıyabiliyor acaba?

2002 ile 2022’inin benzerlikleri-farklılıkları, seçmenlerin açacak ya da kapatacak olduğu kapıların ardında yatıyor olabilir. Hiç, ama hiç unutulamamalı ki, kapıyı açacak ya da kapatacak olanlar da biziz. Bu mümkün olur mu derseniz, Türkiye Cumhuriyet’inin eşit vatandaşları; kadını/erkeği - genci/yaşlısı - kentlisi/köylüsü – müslüman olanı/olmayanı - okumuşu/cahili - inançlısı/inançsızı - Türkü/Kürdü - sağcısı/solcusu - işçisi/işvereni - varsılı/yoksulu ile eşit haklara sahip vatandaşları verecekler bu kararı.


* Bu yazıda kullanılan oranların kaynağını ve açılımlarını tablolardan incelemek ve ayrıntılara hakim olabilmek isteyen okurlar 27 Haziran 2012’de Bianet’te yayımlanan ‘AKP Oyları Nereden Geliyor?’ başlıklı (Sezgin Tüzün imzalı) yazıma ve o yazı içinde yer alan konuyla ilgili ama burada değinilmemiş tablolara da ek bilgi edinmek için bakabilirler; https://bianet.org/bianet/siyaset/139325-akp-oylari-nereden-geliyor