2009’un ekonomik bilançosuna ışık tutan nicel bilgiler parça parça yayımlanıyor. Bu hafta aralık ayının sanayi üretimi ve ödemeler

2009’un ekonomik bilançosuna ışık tutan nicel bilgiler parça parça yayımlanıyor. Bu hafta aralık ayının sanayi üretimi ve ödemeler dengesi verilerini öğrendik. Ayrıntılara belki sonra gireriz; bugün bunları kuşbakışı gözden geçirelim.
Elbette, geçen yılı ekonomik bunalım biçimlendirdi. Ancak, bu bunalımın zamana yayılması, 2009’la çakışmıyor. Ekim 2008’de patlak veren kriz, üretim, milli gelir ve bunları etkileyen dış kaynak göstergelerine bakarsak 12-13 ay sürerek iki yıla yayıldı. 2008’in son üç ayıyla, 2009’un ilk dokuz ayını kapsayan on iki bunalım ayı, kriz-öncesiyle karşılaştırıldığında, milli gelirin yüzde 7.9 oranında gerilediği belirlenmişti. Ne var ki, ekonomik çözümlemelerin takvim yıllarına göre yapılması âdettendir. Biz de burada 2009’un tümü üzerinde odaklaşıyoruz.
•••
Sanayi üretim verilerinden başlayalım. Sektörün üretimi Ekim 2008 ile Eylül 2009 arasında, yani 12 ay boyunca, kesintisiz olarak bir önceki yılın altında seyretti. Krizin, sanayi üretimine yansıması, Ekim 2009’da son buldu. Ekim-aralık döneminde sektörün üretimi, 2008’in son üç ayını yüzde 9 oranında aştı.
Sanayi, milli hasılayı oluşturan ana sektörlerden biri olduğuna göre, 2009’un son üç ayında sektörel üretimdeki yükselme, milli geliri de yukarı çekecektir. Bu sayede krizli aylarda (Ekim 2008-Eylül 2009’da) gözlenen yüzde 7.9 oranındaki küçülme, 2009’un tümünde hafifleyecektir. Fakat hangi oranda? Ekim-aralık aylarına ait milli gelir verileri henüz yayımlanmadığına göre, aynı aylara ait sanayi üretimi rakamlarından hareketle bir tahmin yapabiliriz.
Geçmiş veriler gösteriyor ki, milli gelirdeki iniş-çıkışlar sanayi sektöründeki hareketlerin hep gerisinde (yakın geçmişte yüzde 50 oranında) seyretmiştir. Bu oranda bir bağlantının, Ekim-Aralık 2009 için de geçerli olacağını varsayalım. Sanayi üretimindeki yüzde 9 oranındaki artışın, milli gelirde yüzde 4.5’lik bir büyümeye refakat edeceğini öngörebiliriz. Bu tahminî artış gerçekleşirse ve önceki dokuz aya ait milli gelir rakamlarına eklenirse, 2009’da Türkiye ekonomisi yüzde 5.3 oranında küçülmüş olacaktır. Bu küçülme oranı, IMF’nin (yüzde 6.5) ve Orta Vadeli Program’ın (yüzde 6) öngörülerinin altındadır.
•••
Ekonominin kısa dönemde genişleyip daralmasını belirleyen dış kaynak giriş-çıkışlarına gelince…
13 ay boyunca bir önceki yıla göre dış kaynak girişleri düştü; bazı göstergelere göre ‘net çıkış’ gerçekleşti. Bu olumsuz süreç Kasım 2009’da son buldu. Geçen hafta Aralık 2009 ödemeler dengesi verileri yayımlandı. Buna göre, kasımda gözlenen dış kaynak hareketleri aynı doğrultuda sürmektedir. Örneğin; yabancı sermaye hareketleri Aralık 2008’de 1.3 milyar dolarlık net çıkış göstermekte iken 12 ay sonra bu gösterge 2.3 milyar dolar net giriş olarak gerçekleşmiştir. Yabancı, yerli, kayıt-dışı sermaye hareketlerinin toplamında ise, Aralık 2008’de 0.3 milyar dolarlık net çıkış, Aralık 2009’da 4.9 milyar dolarlık net girişe dönüşmüştür. Sıcak para ve kayıt-dışı para girişleri yeniden başlamış, canlanmıştır.
Yabancı sermaye hareketlerinden kaynaklanan bu süreçleri, olası sonuçlarıyla birlikte önümüzdeki hafta incelemek istiyorum. Şimdilik, kısa bir vurgulama yapmakla yetineyim. Kriz sonrasında ekonomi, tekrar dış kaynak hareketlerine teslim olmaktadır. Yakın geçmişe (2003-2007 dönemine) ‘harfiyen dönüş’, geleceğin de (en iyi olasılıkla) bugüne benzemesi anlamına gelecektir.
•••
Hem kuramsal çözümlemeye, hem de geçmiş deneyimlere bakarak, bu krizin de bölüşüm ilişkilerini emek aleyhine değiştireceğini söyleyebiliyoruz. Nicel göstergeler, peyderpey bu öngörüyü doğrulamaktadır; doğrulayacaktır. İleride gözden geçiririz.
Ancak bunun ötesine giden ve ekonomik kriz sonrasına da uzanmakta olan bir ‘bozulma’ da gündemdedir. Siyasi iktidar, kriz ortamında bilinçli olarak, insafsızca emeğe, yoksul katmanlara yüklenmektedir. Ekonomi küçülürken Türkiye daraltıcı maliye politikalarına mahkûm kılınmakta; vergi yükü ölçüsüz boyutlarda artarak yoksul emekçi, tüketici katmanlara yıkılmakta; sosyal devlet geleneğinden gelen kamu hizmetlerinin tümü, adım adım piyasalaşmakta; fiyatlandırılmaktadır. ‘Orta Vadeli Program’da öngörülen ‘esnek istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması’ hedefinin, güncel uygulanma alanı TEKEL işçileridir.
Bunlar, emeğe karşı sistematik ve kapsamlı bir yeni saldırının öğeleridir. Toplumsal gerilimler, adeta bilinçli olarak keskinleştirilmektedir. TEKEL işçilerinin direnmesine karşı hükümetin tavrı 1984-1985’te Thatcher’ın kömür madeni işçilerinin grevi karşısındaki tavrını andırıyor. Erdoğan da Thatcher gibi, işçilerin yenilgisinin, sınıflararası dengeler açısından stratejik bir önem taşıdığını düşünmektedir.
Bu senaryonun tersine tepmesi; artan toplumsal gerilimlerin sınıfsal reflekslerin canlanmasına katkı yapması da mümkündür. 1989’da bahar eylemleriyle başlayan ve giderek “Çankaya’nın şişmanı”nı hedefleyen işçi hareketleri bu doğrultuda etkili olmuştu. Bugün de TEKEL işçilerinin direnmesi benzer bir dönüşüm olasılığını gündeme getiriyor. Sonunda yenilgiye uğrasalar dahi, Kızılay’daki eylemciler, belki de emekçi sınıflar-arası dayanışmayı yeniden hatırlatan, artıran etkileriyle bir dönüm noktasını başlatmaktadırlar.