Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bütçeyle vergilere yükleniliyor, ancak öngörülen yüzde 18.2’lik vergi artışı gerçekçi değil. Yıllar itibariyle vergi

Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bütçeyle vergilere yükleniliyor, ancak öngörülen yüzde 18.2’lik vergi artışı gerçekçi değil. Yıllar itibariyle vergi gelirlerinin milli gelir esnekliği incelendiğinde, bu açık bir şekilde görülüyor. Biraz açalım: Bilindiği üzere, vergi gelirlerinde yüzde 1’lik bir değişmenin nominal (cari fiyatlarla) milli gelirde yarattığı yüzde değişmeyi ölçen katsayıya vergi gelirlerinin milli gelir esnekliği (elastikiyeti) deniliyor. Kriz yılları 2008 ve 2009 (2009’da ayrıca veriler de henüz kesinleşmiş değil) dışarıda bırakıldığında, son yıllarda bu oran 1 civarında (2005-2007 döneminde bu katsayının aldığı değer yıllar itibariyle sırasıyla 1.2 , 0.9 ve 1.2’dir). Yani bu katsayı dikkate alındığında 2010 yılında öngörülen vergi artışının ulaşabileceği değer, nominal milli gelirde öngörülen artış (yüzde 8,7) kadar olabilecektir. Bu hesaba göre vergi gelirleri ancak yüzde 8,7 oranında artabilecektir. Oysa öngörülen artış (yüzde 18.2) bunun iki misline ulaşıyor. Bu ölçüde bir artışın gerçekleşme olasılığı düşük olmasına rağmen planlanabilmiş olması düşündürücüdür.
Bir diğer düşündürücü durum, bütçenin çok sıkı bir kemer sıkma bütçesi olması ve kemer sıkmanın sadece 2010 yılıyla sınırlı olmayıp ardından gelen iki yılı da kapsamasına rağmen (ki bu gerçek gizlenmiyor. Bizzat Başbakan Yardımcısı Babacan tarafından da dile getiriliyor), Bütçe Gerekçesi’nde sosyal boyutu olan bir bütçe hazırlandığı iddiasına yer verilmiş olmasıdır. Daha da ilginç olanı, bu iddianın önümüzde üç yıllık dönemle sınırlı olmayıp geçmiş dönemleri de kapsamasıdır. Bütçe Gerekçesi’nde bu şu şekilde ifade ediliyor. Aynen aktarıyoruz: “Mali Plan döneminde (2010-2012 dönemi kastediliyor. A.K.), sağlık, eğitim ve sosyal nitelikli harcamalar ile büyümeyi ve istihdamı destekleyen ve bölgesel gelişmişlik farklarını azaltan harcamalara daha fazla önem verilerek, toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi, beşeri sermayenin niteliklerinin geliştirilmesi yönündeki politikalar uygulanmaya devam edilecektir” (s. 48-49).
Benzer tespitler, Gerekçe’de bütçenin özelliklerinin sıralandığı bölümde (s. 67)  de yineleniliyor.
Oysa bütçe büyüklüklerinden de çok açıkça görülüyor ki, bu iddianın iler tutar tarafı bulunmuyor. Çünkü ne son birkaç yılda ne de önümüzdeki üç yılda yatırımlara ayrılan pay bu iddiayı haklı kılacak bir boyuta ulaşmıyor. Yatırımların bütçe içindeki payı 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla yüzde 8.2 ve 7 iken bu oranın 2010 yılında yüzde 6.6’ya düşmesi öngörülüyor. 2011 ve 2012 yılları için öngörülen paylar ise sırasıyla yüzde 6.1 ve 6.4. Karşılaştırma yatırım ödeneklerinin milli gelir payı itibariyle yapıldığında da durum değişmiyor. Söz konusu pay 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla yüzde 1.9 ve 2 iken 2010’da 1.8’e düşüyor ve sonraki iki yılda ise yüzde 1.6 oranında sabitleniyor. Yatırımlara ayrılan kaynağın eti budu ne ki, sosyal harcamalara ayrıca bir kaynak aktarılabilmiş olsun. Rakamlar da zaten bunun geçmişte olmadığını ve gelecekte de olamayacağını gösteriyor. Nitekim eğitim ve sağlığa ayrılan ödeneklerin milli gelir paylarındaki gelişme de bunu doğruluyor. Eğitimin payı 2008 ve 2009 yıllarında (2009 yılı için verilen rakam başlangıç ödeneğidir) yüzde 3.2 ve 3.1 iken bu oran sonraki üç yıl için sırasıyla yüzde 3.7, 3.6 ve 3.5 oluyor. Sağlığın payı ise 2008 ve 2009 yıllarında yüzde 1.4 ve 1.2 iken sonraki üç yıl için sırasıyla yüzde 1.5, 1.4 ve 1.4 düzeyinde belirleniyor. Burada illa devam eden bir uygulama veya politika aranıyorsa o da sosyal devletin ihmal ve tasfiye edilmiş olmasıdır.
Bütçe büyüklükleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde görülüyor ki, 2010 yılında kemerler sıkılacak ve bu politika 2012 sonrasına kadar sürdürülecektir. Kemer sıkmanın öngörülen dozda olup olmayacağının değerlendirmesini sanırız yinelemeye gerek yok. Çünkü bu tür bir tartışmayı Orta Vadeli Plan’la ilgili yazımızda ayrıntılı bir şekilde yapmıştık.