Kaldığımız yerden devam ediyoruz. 2010 Yılı Programı’nın önemli bulduğumuz temel makroekonomik hedefleri (bütçeyle ilgili hedeflere değinilmeyecektir

Kaldığımız yerden devam ediyoruz. 2010 Yılı Programı’nın önemli bulduğumuz temel makroekonomik hedefleri (bütçeyle ilgili hedeflere değinilmeyecektir, çünkü daha önceki yazılarımızda konu ayrıntılarıyla ele alınmıştı) şöyle sıralanabilir:
» Büyüme yüzde 3,5
» Enflasyon göstergesi olarak yıl sonu TÜFE yüzde 5,3, GSYİH deflatörü yüzde 5,0
» İşsizlik oranı yüzde 14,6
» İhracat ve ithalat artışı sırasıyla yüzde 9,1 ve 14,2
» Cari işlemler açığı 18 milyar dolar
» Ortalama dolar kuru 1,60 TL
Değerlendirmeye, son olarak verdiğimiz yukarıdaki tahminlerden başlayalım. Kimileri, 2009 yılının yüzde 6’lık küçülme rakamından hareketle 2010 yılı için öngörülen yüzde 3,5’lik büyümeyi fazla iyimser buluyor. Kanımızca bu isabetli bir değerlendirme değil. Çünkü yüzde 6’lık küçülme 2009 yılı ortalaması. Oysa yılın kalan aylarında küçülmenin bu ortalamanın altında kalacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla, 2009 baz yılı rakamının üzerine 2010’da yüzde 3,5’lik büyüme gerçekleşecek bir rakam olarak gözüküyor. Tabi bu tespitimiz, 2010’da dünya ekonomisinde dipten dönüleceği varsayımı geçerliyse anlamlı. Dünya kriz eğrisinin emtia fiyatlarında oluşan balonun patlaması sonucu ikinci bir dip yapması durumunda –ki bu olasılık hiç yabana atılacak gibi gözükmüyor- sadece büyüme değil tüm makroekonomik göstergelere ilişkin öngörülerin sil baştan değişeceği çok açıktır. İşsizlik dışındaki makroekonomik göstergelere ilişkin öngörülerin büyümeyle uyumlu olduğunu söylemek sanırız abartılı bir değerlendirme sayılmaz. Örneğin kemer sıkma politikasıyla iç talebin daraltılmaya çalışıldığı bir programda enflasyonda düşüş öngörülmesi sürpriz değildir. (2010’da yıl sonu TÜFE’de ve deflatörde 2009 yılına göre bir düşüş öngörülüyor. 2009’da bu göstergelerdeki gerçekleşme tahmini sırasıyla yüzde 5,9 ve 6’dır). Benzer şekilde, dış talebin büyümeye olumlu katkı yapacağının öngörüldüğü bir programda ihracat ve ithalatta artış ve bunlarla bağlantılı olarak cari işlemler açığının milli gelir payında bir yükselme öngörüsü yapılması da şaşırtıcı görülmemelidir. (Cari işlemler açığının milli gelire oranının 2009 yılında yüzde 1,8 düzeyinde gerçekleşmesi beklenirken, bu oranın 2010 yılında yüzde 2,8’e çıkarılması öngörülüyor).
Burada gerçekçi olmayan tek gösterge, işsizlik oranı öngörüsüdür. İşsizlik oranında 0,2’lik düşüş öngörüsü (2009 yılında işsizlik oranının gerçekleşme tahmini yüzde 14,8’dir) büyüme ve işsizlik oranının trend değerleriyle örtüşmüyor. 2008 yılı dışarıda bırakıldığında (2008 bir kriz yılıdır) 2004-2007 döneminde yıllar itibariyle sırasıyla yüzde 9,4, 8,4, 6,9 ve 4,7’lik gibi oldukça yüksek büyüme hızları kaydedilmiştir. Ancak anılan dönemde bu yüksek büyüme hızlarına rağmen işsizlik oranında dikkate değer bir düşüş başarılamamıştır. Nitekim 2004-2007 döneminde işsizlik oranı yıllar itibariyle sırasıyla yüzde 10,8, 10,6, 10,2 ve 10,3 olarak gerçekleşmiştir. Bu durum Türkiye’nin istihdamsız bir büyüme süreci içinde olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu tür bir süreç içerisinde olan bir ekonomide (hatırlanacaktır, istihdam yaratmayan bu büyüme deneyimimize daha önceki yazılarımızda sıkça değinmiştik) ufak bir toparlanmanın ardından işsizlik oranında azıcık da olsa bir iyileşmenin öngörülmesi oldukça iyimser bir beklentidir.
Geliniz devamını gelecek yazıya bırakalım.
Not: Başarılı uyarı grevinden ötürü KESK’i kutluyor ve okurlarımıza iyi bayramlar diliyoruz.