Kaldığımız yerden devam ediyoruz. 2010 Yılı Programı (YP)’nın önemli bulduğumuz temel makroekonomik hedefleri

Kaldığımız yerden devam ediyoruz. 2010 Yılı Programı (YP)’nın önemli bulduğumuz temel makroekonomik hedefleri (bütçeyle ilgili hedeflere değinilmeyecektir, çünkü “Seçim Bütçesi Yolda” başlıklı yazımızda konu ayrıntısıyla ele alınmıştı) şöyle sıralanabilir:

·        Büyüme yüzde 3,5

·        Enflasyon göstergesi olarak yıl sonu TÜFE yüzde 5,3, GSYH deflatörü yüzde 5,8

·        İşsizlik oranı yüzde 12

·        Cari işlemler açığı 42.2 milyar dolar ve cari işlemler açığının milli gelir payı yüzde 5,4

·        Özel tasarrufların milli gelir payı yüzde 12,7 iken, yurtiçi tasarrufların milli gelir payı yüzde 13,4

·        Özel tasarruf açığının milli gelir payı yüzde 1,7

Değerlendirmeye,  son olarak verdiğimiz yukarıdaki tahminlerden başlayalım. 2010 yılında öngörülenin üstünde bir büyüme gerçekleşeceği tahmininden olsa gerek, (2010 YP’sinde 2010 için yüzde 3,5’luk bir büyüme öngörülmüştü. 2011 YP’sinde gerçekleşmenin yüzde 6,8 olacağı tahmin ediliyor. Piyasadaki beklentiler ise gerçekleşmenin yüzde 7-8 bandında seyredeceği yönündedir), bunun yarattığı iyimserlikle 2011 yılı için oldukça yüksek bir büyüme öngörülmüştür.  Bu öngörünün gerçekleşmesi  iki nedenle güç  gözüküyor. İlki, dünya krizi nedeniyle iç talebe dayalı olmak zorunda olan büyümenin bu kez zorlanacak olması. Çünkü krizden çıkışta büyümeyi tetikleyen özel tüketim harcamalarının (kriz yılı 2009’un ilk 9 ayında yüzde 4’e gerileyen özel tüketim harcamaları krizden çıkış yılı 2010’un eş döneminde yüzde 6,8 artmıştır). Bu harcamaların 2011’de aynı tempoyu sürdürebilmesi oldukça güçtür. Tüketici kredisi ve kredi kartıyla hareketle geçirilen özel tüketimin sürdürülmesi demek, başta emekçiler olmak üzere geniş halk yığınlarının içinden çıkılamaz bir borç batağına sürükleneceği anlamına gelir. İşsizlik oranının kriz öncesindeki düzeyin 2 puan üstünde olacağı ve ücretler ile maaşların reel olarak gerileyeceği bir ortamda (Programa göre 2010’da işçi ücretleri ve maaşlar sırasıyla reel olarak yüzde 3,7 ve 1,4 gerilemiştir), bu kesimlerin yeni borçlanmalara girmesi oldukça risklidir. Bu kesimlerin bu tür bir riski göze alarak borç tuzağına düşmeleri pek mümkün gözükmüyor. Kaldı ki, bu tür krediler Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu kesinti oranının yüzde 10’dan 15’e yükseltilmesiyle eski cazibesini büyük ölçüde yitirmiştir.

İkincisi, AB krizi nedeniyle dış talebin 2011’de büyümeye olan katkısının daha da azalacak olması. Ayrıca unutulmamalıdır; dünya ekonomisinde ikinci bir dip olasılığı da her an gündemdedir. Bu durumda, söylemeye gerek yok, Türkiye ekonomisinin de ikinci bir dip yapacağı çok açıktır.

Yurtiçi tasarrufların milli gelirdeki payının arttırılması öngörüsü, kriz nedeniyle kesintiye uğrayan, ancak krizden çıkış yılında yeniden benimsenen sıcak paraya dayalı büyüme modeli nedeniyle gerçekçi gözükmüyor. Nitekim, hem kriz yılında, hem de 2010 yılında öngörüler tutturulamamıştır. Söz konusu orana ilişkin öngörüler, 2009 ve 2010 için yüzde 14,2 ve 14,5 iken, gerçekleşmeler sırasıyla 13,1 ve 12,6 olmuştur. Açık bir şekilde görülüyor ki, krizin ardından sıcak paraya dayalı büyüme sürecine girildiğinde,  söz konusu oran düşmeye başlıyor. Bu da çok normal. Çünkü sıcak para girişinin yeniden başlaması, dış tasarrufların arttığı anlamına geliyor. Benzer bir durumun 2011’de de gerçekleşeceğini söylemek, sanırız abartılı bir değerlendirme olmaz. Özel sektörün 2011’de tasarruf açığı vermesi ve bu açığın 20112de artacağının öngörülmesi (söz konusu açığın milli gelir payı 2010’da yüzde 1,2 iken, 2011’de 1,7’ye yükselmesi öngörülüyor) bu değerlendirmemizi teyit ediyor.

Diğer makroekonomik büyüklüklere ilişkin öngörüler ve makroekonomik politika önerileri ise, 2011-13 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP)’dan, noktasına virgülüne dokunulmadan aynen aktarılmıştır. Burada yeniden bir değerlendirme yapılmayacaktır. Çünkü, bu tür bir değerlendirme, OVP ile ilgili üç hafta süren “OVP-OVPM : Sıcak Parayla Yola Devam” başlıklı yazımızda yapılmıştı.