Arsız ve hadsiz dünya durmamış, peşinden sürüklediği kötülüklerle yeni yıla girerken, kayıt belleğinin ‘sil’ düğmesine basmadan önce ‘en’lerini seçmişti.

Küçük Aylan’ın artık kendi trajik gerçeğini göstermekten uzak dijital imgeden farksız fotoğrafı, eksiksiz tüm küresel medya ‘en’ listelerinin başında yer alıyordu.

İngiltere’de Sheffield Üniversitesi’nin sosyal medya araştırmasına göre üç yaşındaki Aylan’ın fotoğrafı ilk 12 saat içinde 20 milyon kez görüntülenmiş ve 1 saatte 53 bin tweet atılmıştı.

Öyleydi... Geçen yüzyılda Afrikalı çocuk görüntülerinin arkasında Afrika’da kaynak sömürgenliğine devam ederek ‘obezleşen’ kapitalist sistem, 21. yüzyılın iliştirilmiş ‘hümanizma’ ihtiyacı için üç yaşında ölü sığınmacı çocuk fotoğrafını tıklatır, merakını giderirdi.

Tabii ki anlık parlayan ve sönen bu sosyal performans yani rahat koltuklardan yükselen, ahlaki yüksüz seyir ve dijital duyarlılıkta günümüzün eline, hiçbir çağın karanlığı su dökemezdi.

Nitekim Aylan’ın fotoğrafından sonra Kanada’nın popüler genç Başbakan’ı topu topu 200 Suriyeli göçmeni Arapça ilahilerle ülkesine kabul ederek etkili PR’ını yapmış, Aylan’ın yurdundaki savaşın gerçek faili ülke liderleri kem küm mesajlar yayımlamışlardı.

Ve ‘Aylan bebek’ bir iki hafta içinde tüketilip yutulunca, 2015 yılı icat, sıradanlaşmış vahşi ölüm kategorisinin adı olmuştu.

Sahte can yeleği üreticisi ve insan ticareti sektörel üssü Türkiye’den her gün açılan lastik botlarla Ege denizinde boğulan onlarca çocuk ‘Aylan’la aynı kaderi paylaştı’ başlığı altında toplamak yetmişti.

Bir daha hiçbir ölü mülteci çocuk haberi ve fotoğrafı küresel ve milli kamuoyunda tık alamamıştı.

Çünkü dünyadaki ‘acıyı’ 2015 yılında da emsalsiz çoğaltmış ‘medeni’ dünyada Shakira’nın bile ağladığı, kitlesel lanet ayini ve riyakâr popülist şov bitmişti.

Ve sığınmacı akınını durdurmak için Yeni Türkiye rejimine verdikleri gözü kara desteğin misliyle karşılığını görmeye başlayan AB ülkeleri, sınırlarından sığınmacı geçişinin dramatik düşüşünün coşkulu mutluluğunu yaşıyorlardı.

Öte yandan Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın faşist paranoyak yargıyla ‘organize istila’ diye tanımladığı Suriyeli mültecilerin topraklarında patlatacakları ‘yüzyılın büyük savaşına’ militer hazırlığı tamamlıyorlardı.

Dolayısıyla AB lideri ‘açık hava mülteci kampı’ ve ‘sığınmacı tutuklama merkezi’ olmayı kabul eden İslamcı Yeni Türkiye’nin kendi topraklarında çıkarttığı ‘savaş durumunda’ her gün öldürülen Kürt çocuk, bebek, kadın fotoğraflarını ‘yok’ farz ediyorlardı.

Ülkede ise katledilmiş çocuklar, siviller doğrudan milli ‘görme ve tanıma alanı dışına’ atılıyordu.

Çünkü Yeni Türkiye’nin ‘duyarlılığı’ yeniden kadim dostluğu hatırlanan, askeri, ticari derin ortağı İsrail’in misket bombalarıyla yaktığı ‘Gazzeli çocuk’ bayat söylemi ve Rabia selamında sabitlenmişti.

Asker ve polis baba tabutlarının yanına sıralanmış kor bakışlı “ölmek ne demek” diye anlamaya çalışan çocuklarla, yanağından kurşunlanmış üç aylık süt bebeği Miray’ın arasına yine devletin müesses karanlığı boydan boya çekiliyor.

Ve despot devlet tarihinin kilitli odaları açıldıkça yükselen kırık çocuk seslerine yenilerini katarken otoriter İslamcı rejimin ‘milli gelecek anlatısı’ bugünden kuruluyordu.

Ulusal gazeteler elinde beyaz bayrakla Miray’ı hastaneye yetiştirirken öldürülen dedesini, yedi gün Silopi’de cesedi sokakta kalan 11 çocuk anası ‘nişancı hedefi’ Taybet İnan’ı yerleşik örgütlü yalanlarına katık ediyordu.

Ama zamanın çevrimselliğine inanmayan Yeni Türkiye, katliam, saldırı, infaz yükünü, Suruç, Ankara, Diyarbakır patlamaları, yekûnu ve failleri meçhul yüzlerce masum vatandaş ölümünü sırtlamış yol alırken, bu çok kanlı 2015 yılı birikiminin, büyük hızla Eski Türkiye’ye çarparak dağıldığını görmüyordu.