Huzursuz ve her an parlayabilecek, her an tahrik olacak bir beden gibi davranan toplumsal gruplar belleğin temsilcisi gibi davrandığında, bizzat mesafe konulan şey hikayenin kendisi oluyor

2015: Toplumsal bunama alametleri / Bellek yıkımı

CEMAL DİNDAR*

Tıbbi benzetimlerle toplumu düşünmek elbette risklidir. O risk de toplumsal, hatta ruhsal olanı bedenin diline hapsetme tuzağıdır. Bir süre sonra tarihsel-kültürel varlık olarak toplumdan ya da toplumsal bir varlık olarak insandan değil bir makinadan söz ederken bulabilir kendini yazıp eyleyen.

Ben yine de bu yazıda göze alacağım bunu. Gerekçem de, yazık ki, Türkiye’de baskı ve bastırma düzeyinin halkı rastlantıya yer bırakmayacak denli toplumsallığından, dolayısıyla birlikte yaşama ruhundan edecek kerteye ulaşması.

Yani, canlılık belirtisi gösterdiğinde o gün düğün bayram etmeye hazırlandığımız ‘toplumsal beden’den başka bir şey yok. Ya da olmadığı yanılsaması bir eter gibi sokağa, akademiye, işliklere, kahvehanelere, cami avlularına sinmiş durumda.

Bunama için en az bilgi

Bunamanın tıpta yaygın adı demans’tır. Kökü, birçok tıbbi terim gibi Latince ve ‘aklını kaçırmış’ anlamında. Hastalığın görünümünü zamanla ve ilerleyici bir biçimde gerçekleşen zihinsel-ruhsal yıkım belirler.

Bunama neyin yıkımıdır? Bu sorunun yanıtı ‘her şeyi’ olabilir. Bellek, dikkat, düşünme, kavrayış gibi bilişsel işlevler öncelikle etkilenir. Saydığımız işlevlerin uğradığı hasarın sonuçları ise her yerde ve her şeydedir. Öncelikle sözünü ettiğimiz süreç entelektüel işlevlerin, yani düş-düşünüm-düşünce çizgisinde filizlenen her türlü yaratıcılığın çöküşüdür.

Çöküş terimi boşuna değildir, zira bunama öncesi kişinin ne denli yetkin duygulanım inceliği, kendiyle ve toplumla barışık kişiliği, toplumsal ilişkilerde becerisi varsa çözer, hatta hastalık öncesi bu niteliklerin olumlululuk derecesi hastalığın dramatik boyutunu belirler.

Bellekteki temel güçlük kayıttadır. O yüzden yeni bilginin öğrenilememesi ya da dün söylenenin bugün hatırlanmaması, hatta öyküyü tamamlamak için araya uydurmaların sokulması aşikar hale gelir. Öyle ki, buradaki güçsüzlük giderek eski anıların parlatılmasıyla, uzun süreli belleğe sarılmakla giderilmeye de çalışılabilir. Halk gülmecesinde biteviye seferberlik anılarını anlatan dedede aşikar olan budur. Ki sonunda bu da etkilenecektir.

Konuşma ve yazmanın da hem biçiminin hem içeriğinin etkilenmesi de izlenecektir. Anlatılmak istenilenle dilin kullanımı arasına mesafe girecek, anlatma güçlüğüne sıklıkla anlama güçlüğü de eşlik edecek, sonuçta ya kişinin alıştığı kalıp cümleler elde kalacak, ya da dil tamamen geriye çekilip jestler ve işaretler sözün yerini alacaktır.

Yürütülen eylemin sonuçlarının sorumluluğunu alamama, yani bir adım sonrasını düşünme, planlama, planlasa bile ona göre eyleyebilme yeteneği de etkilenir.

Buraya değin söylenenler bir hastalığın sınırlarında kavranırken, içinde bulunulan durumu çevresi için dramatik hale getiren kişilik ve daranış değişiklikleridir. Düşünceler katılaşır, mizaha katlanamama belirginleşir, birbiriyle uyumsuz birçok davranış ve kişilik özellikleri ortaya çıkmaya başlar: bütün gün hiçbir şey yapmadan bir yerde oturmaktan hiç hedefi olmayan dolaşmalara, duruma hiç uymayan suçluluk hissetmeye, durup dururken ağlamaya, eskiden ailenin vicdanıyken şimdi uygunsuz cinsel daranışlara, ani öfke patlamalarına, huzursuzluğa, çevresindekileri yine durumla uygunsuz bir şekilde tehdit etmelere değin.

Bunamanın belli bir aşamasında ortaya çıkabilen hezeyanlar ise iyice ilişkileri iyice örseler. Bunlar hemen hep kötülük görmeyle ilgili, daha çok da kendi varsıllığına, yastığın altındaki ya da bankalardaki hesaplara göz dikildiğine dair paranoid hezeyanlardır. Giderek yakınların ‘gerçekten yakın’, yani gerçek dost, gerçek eş, gerçek kardeş, gerçek evlat olup olmadığına dair şüpheler belirir ve bu aşamada bunama halindeki kişinin toplumsallığı çöker.

Derin bunamada bu ruhsal ve toplumsal çözülme bedeninin de yıkımına dönüşür. Beslenme ve barınma koşullarının, beden bakımının en temel gereksinimleri karşılanamaz ve giderek işeme ve dışkılama dahil her konuda bağımlı hale gelinir.

2015 Ve toplumsal bunama derken

Bu konuyu birkaç yazı daha yazacağım. Bu hafta bellek yıkımından söz etmek istiyorum.

2015 yılı, bir kişinin çok çeşitli nedenlerle yaşayabileceği bunamanın toplumsal olarak da içine düşüldüğünün alametleriyle geçti.

Öncelikle toplumsal bellek ile ilgili deyim yerindeyse belleğe değil bir eleğe sahip olduğumuz anlaşıldı. Tuhaf, trajik bir yan da var bu hikayede. Zira ikibinli yıllar deyim yerindeyse ‘toplumsal bellek’ çalışmalarının tepe yaptığı yıllardı. Özellikle toplumsal gruplar kendi belleklerini inşa etme çabasına girişti ve bu da mevcut kültür siyasası ile epey desteklendi. Gerek Avrupa merkezli gerekse iktidarca.

Ergenler nasıl kendi aile öykülerini yeniden yazma gereksinimi içine girerlerse, ki bu aynı zamanda o aile öyküsüne kendini yerleştirme gayretidir, hemen herkes bu iştahla öyküsünü merak etti.

Bunun olağan koşullarda toplumsal bir duyarlılığa dönüşmesi beklenirdi.

Öyle olmadı. ‘Yerli ve Milli’ adı verilen bir karadelikçe emildi ve kötürümleştirildi. Bu yalnızca muktedir söylemin, iktidarın niyetiyle açıklanamaz. Girişilen çabaların, mevcut zamanın resmi tarihinin inşası ile arasına mesafe koymazahmetine girmemesiyle çok daha ilgilidir.

Şimdi o ‘yerli ve milli’ aşamasında toplum olarak yaşadığımız ise geçmişin bir hakikat olarak tamamen iptalidir ve bunamanın bir semptomu olarak iptal edilmiş tarih ‘Osmanlı milleti’ imgesinin ajitatif bedenleştirilmesiyle dolduruluyor. Kösem Sultan dizisi yayından kaldırılsın, değil mi!

Huzursuz ve her an parlayabilecek, her an tahrik olacak bir beden gibi davranan toplumsal gruplar belleğin temsilcisi gibi davrandığında, bizzat mesafe konulan şey hikayenin kendisi oluyor. Böylece Lider’e geçmişi iptal etme ve şimdi ve burada hikaye olarak ne anlatıyorsa onu hakikatimiz olarak sunma aralığı oluşuyor.

‘Yerli ve milli olan’ın geçmişin bilinçle kavranmasını bunca iptali ve ‘şimdi ve burada’ olan dışında her şeyi geçersizleştirme gayretinden söz ediyoruz. Kişisel bir hikaye olsaydı, yaygın bilinen deyişle bilinçdışına, doğru söyleyişiyle ve Freud’un deyişiyle ‘bilinçsiz bilinç’e kendini kaatmış birini konuşur olurduk. Yani uyuyan ve düş göreni.

Bütün sözlü hikayemiz Lider’in dün söylediği ile bugün söylediği arasına sıkıştırılmak isteniyor. Özellikle de takipçileri için. Böyle olunca da iptal olan insanın insan olma sürecinde ister sanata ister dine, ister bilime ait olsun ne denli yüceltilecek şey arsa, şimdi ve burada, iptal ediliyor, bedenselleşiyor.

Yas evinde ıslık çalmayı, çölde katledilmiş bir ceylanın başına üşüşen ve doğaya ait olan yırtıcılar karşılar. İnsanın belleği çökünce devreye giren odur çünkü; doğanın belleği. Doğada katlanılır olurdu bu. Oysa insanın çölünde zulümlerin tarihinin geri dönüşü…

Soru şu: Biz uyanık halimizle başkasının düşüne kapatılmayı ister miyiz?

Ve bir hamiş: Toplumsal hakikatimizi iyi duyurduğunu düşünerek bunama örneğini aldım. Benzetimi yaptığım şey- toplumsal ahvalimiz- epey olumsuzluk içerdiğinden eğer incitici bir noktalama işareti bile kullanmışsam, bu hastalığı yaşayanlardan ve onların yakınlarından bağışlanma diliyorum.

*Psikiyatrist