Devlete ‘devlet’ olarak değer veren tek siyasal akım, ‘faşizm’

2015 Türkiyesi ve  Cem Eroğul’da devlet düşüncesi

> MURAT SEVİNÇ Ankara Üni. SBF

Mülkiye’den emekli anayasa profesörü Cem Eroğul’un önemli eserlerinden biri, “Devlet Nedir?” çalışmasıdır. İngiltere’nin Brighton şehrinde, Thatcher’in başbakan, Reagan’ın başkan olduğu 1979-1981 yılları arasında İngilizce yazılan kitap, Türkçede üç kez İmge tarafından yayınlanmıştır. Devlet Nedir’in şimdiki ve sanırım nihai evi, Yordam Kitap. İlk kez yaklaşık yirmi yıl önce okuduğum ve ne zaman elime alsam yeni şeyler fark ettiğim bu özgün eserin tekrar basımının, konuyla ilgilenenler için büyük bir kazanç olduğu kanısındayım. Çalışmanın temel sorunsalı devletin doğasını anlamak olsa da, Eroğul’un ‘devlet nedir?’ sorusuna aradığı yanıtı inşa ettiği yoldaki saptamalar bugünün dünyasını ve Türkiyesini yorumlayabilmek için de kapılar açıyor.

Eroğul’a göre; anarşist, Marksist, sosyal demokrat, liberal ve muhafazakâr akımlar, devlete sıcak bakmaz. Kuşkusuz soğukluğun derecesi, yaratılmak isten toplum düzenine göre farklılıklar barındırır. Devlete ‘devlet’ olarak değer veren tek siyasal akım, ‘faşizm.’ Ancak devlet, bu soğukluğu umursar görünmüyor. Devlet, tarihin hiçbir döneminde dünyayı böylesine fethetmemiş, insana bu ölçüde müdahale etmemişti. Eroğul bu gerçeği ‘devletin söz konusu inançlardan öç alışı’ olarak adlandırıyor. Kendi denemesini de devletin henüz alamadığı kuramsal öce bir katkı olarak sunuyor.
Devletler, dünyanın gereksinimlerini karşılayacak yetenekte değillerse ve dünya, devletlere tahammül edemeyecek haldeyse nasıl olup hala böylesine güçlenip genişleyebiliyorlar? Eroğul bu çelişkiyi aşmak için, ‘uygun’ yeni devlet biçimleri araştırıp mebzul miktardaki ‘devlet sistemleri’ çalışmalarına bir yenisini eklemek yerine, devletin doğasına dair temel ontolojik açmaza odaklanıyor.

‘Devlet,’ üstyapı kurumu. Hem altyapının kısmi karşılıklı belirlemesine tabi, hem diğer üstyapı kurumlarıyla etkileşim halinde. Şekli şemaili karşılıklı ilişkilerce belirlenen devleti anlamak için aynı zamanda “devletin kendi yapısının özgün doğası tarafından da belirlendiğini göz önünde bulundurmak” gerekmektedir. Burada, Cem Eroğul’un bu ‘düşünme biçimine,’ diğer eserlerinde ve tabii derslerinde de başvurduğunu not etmekte yarar var. Eroğul, derslerinde de her konuyu ‘hem bir bütünün unsurlarının karşılıklı etkileşimini hem de o unsurların kendi özgünlüklerini göz önünde bulundurarak’ anlatırdı. Bu düşünme tarzının, olup bitenin hakkıyla değerlendirebilmesi için eşsiz bir ‘olanak’ sunduğu kanısındayım.

Cem Eroğul, ardından devletin kendi yapısının özgün doğasını anlama işine girişiyor. Burada, çalışmanın can alıcı yönü olan, devletin üç işlevini çok kısaca özetlemekle yetinmek durumundayım. ‘Siyasetin tümü devlet eylemi olmasa da, devlet eyleminin tümü siyasettir’ saptamasının ardından Eroğul, öncelikle kendi ‘siyaset’ tanımını öneriyor: “Siyaset, belli bir üretim biçiminin varlığı ve gelişimi için gerekli olan koşulları toplumsal çapta sağlama uğraşıdır.” Ardından, bir uğraş olan siyasetin ‘nitelikleri’ üzerinde duruyor: Üretim biçimlerinin varlık ve gelişimini sağlamak. Bunun doğal sonucu olarak üst sınıfların hizmetinde olmak, yani egemen sınıf çıkarına hizmet etmek. Son olarak, siyasal uğraş tarihin belli bir aşamasında tüm toplumu kapsayan bir aygıt (devlet) içinde örgütlenmiş özel bir insan kümesinin işi haline geldiğinden, devletin kendi çıkarına hizmet etmesi. Eser bu üç işlevin açıklanabilmesi üzerine inşa ediliyor. Devletin ortaya çıkışı, devletin toplumla kurduğu ilişkide ‘özerk’ bir alana sahip olması ve başvurduğu ‘zor’un gerekçeleri.

Siyasetin ilk işlevi, ‘toplumun ortak çıkarıdır.’ Çünkü siyaset, önde gelen üretim biçimini koruyabilmek için ‘üretim güçlerine’ yani toplumun ortak çıkarına hizmet etmek durumundadır. Eroğul, tarih boyunca var olmuş üretim biçimlerini, iş bölümünü, sınıfları, devleti yaratan süreci resmediyor. Muhtelif ülke/kültür tarihlerinden yararlanarak, ilk işlevin somut gerçekleşme biçimlerine örnekler vererek.

Siyasetin ikinci işlevi, üretim ilişkileriyle ilgilidir: Egemen sınıfın çıkarına hizmet. İlkinden doğmuştur ve üretim sürecinden kaynaklanır. Sınıflı toplumda yönetim, üretken olmayan bir baskı ile birleşmedikçe yerine getirilemez. Devletin üst sınıflarının toplumsal durumlarını pekiştirmek için yaptıkları her şey, bu kapsamdadır. Tabii egemen sınıflar da bir örnek olmadığı için, üretim ilişkilerinin bekası için bir yandan üst, diğer yandan egemen sınıf katmanları arasındaki ilişkilerin hale yola koyulması gerekiyor. Peki ‘devlet-sivil toplum ayrıysa, devleti ikinci işlevinden doğan rolleri yerine getirmeye zorlayan mekanizmalar nedir?’ Eroğul, bu güç soruya dair verilmiş yanıtları ele alıp eleştirdikten sonra, doğru yanıtın ‘düzeltilmiş bir tür strüktüralizm’ olduğu kanısına varıyor. 18. Brumaire’den destek alarak: “İnsanlar, kendi tarihlerini kendileri yapar, ama…” Eroğul, devleti zorlayan mekanizmaları ‘ama’dan sonrasına yaslanarak açıklıyor.

Üçüncü işlev, eserin en özgün/heyecan verici yanlarından biri: Devletin kendi çıkarına hizmet. Devletin göreli bağımsızlığı konusu. Yöneten, sırf kaba kuvvetle yönetebilir mi? Bunun için, devlet-sivil toplum ayrılığına katkıda bulunan faktörler üzerinde duruyor; modern hısımlık bağları, ideolojik araçlar, yargı/kamu gücü örgütlenmesi ve kurumsallaşmış vergi. “Devlet, toplumun ortak çıkarlarını gözetmeye yapısal olarak zorlanmış bulunduğu… üst sınıflara hizmete hem edilgin hem de etkin bir biçimde itildiği… yapısal durumu kendi yönetici personelinin ihtirasını sürekli olarak alevlendirdiği içindir ki, kendisini toplumun üzerine yerleştirmek zorunda kalır ve böyle bir göreli bağımsızlığın gerekli kıldığı olanakları da sağlayabilir.”

Beşinci Bölüm, ‘devletin üç işlevinin’ niteliklerinin devletin doğasına etkilerinin irdelenmesine ayrılmış. Son iki bölüm ise devletin biçimleri ve geleceği üzerine. Eroğul’un devletin geleceğine ilişkin görüşlerini 2014 baskısına yazdığı Önsöz’den aktarmak isterim: “Küreselleşme fırtınası, kamu hizmeti anlayışının kökünü kazıyarak, devletin toplumsal meşruluğunun temel dayanağını yıktı… Kitapta anlatılan üç işlevden biri gitti. Geriye, egemen sınıflara hayasız bir hizmetle kendi çıkarına gerçekleştirilen sınır tanımayan bir baskıdan başka bir şey kalmadı. Devlet ‘doğasını yitirdi.’ Toplumun ‘kamburu’ haline geldi. Bundan sonra artık insanlığın yaşaması, devletten kurtulunması koşuluna geldi dayandı. Devrim, doğasıyla insanıyla bu dünyanın varlığını sürdürebilmesinin nesnel koşulu oldu. İnsanlık, ya Rosa Luxemburg’un ‘barbarlık’ dediği genel bir faşizme sürüklenecek ya da kapitalizmi-emperyalizmi ve her türlü devleti tarihin karanlığına gömecek bir devrim yapacak… İnsanlar… Herhangi bir devlet aygıtına gerek duymadan, kendi yazgılarını kendi bilinçli tercihleriyle kendileri yazacaklar.”

Son olarak, okuyucu kusuruma bakmazsa yazıyı, çeyrek yüzyıldır ‘hocam’ olan Cem Eroğul’a, sağlık ve uzun ömür dileyerek bitirmek isterim. Benim, öğrencilerinin, meslektaşlarının, ezcümle ‘insanın’ yaşamını tevazu ile etkileyip değiştiren Cem Hoca’ya. Var olsun…