Dr. Abbas Özdemir dahiliye uzmanı, nefrologdu.
Ege Tıp Fakültesi’ni 1989’da bitirmiş, dahiliye ihtisasını şimdilerde tarihe karışan SSK hastanelerinden Okmeydanı’nda başlamıştı.
O zamanlar ben de Okmeydanı’nın acil servisinde pratisyen olarak çalışıyordum. Abbas’la tanışıklığımız o yıllardaki dahiliye kapı nöbetlerine dayanır.
Gerçi aciller henüz şimdiki kadar zıvanadan çıkmamıştı; gün boyu toplam sayı üç yüzü ancak bulurdu…
Ama sağlık sistemi de henüz “Türk usulü el değmeden acil sağlık hizmeti” denilen madrabazlığı keşfedilmemişti…
Ne kadar yoğun olursak olalım, gelen hastanın acil vaka olmadığından ne kadar emin olursak olalım hiçbir hastaya el sürmeden, o hengame arasında bile muayene etmeden göndermezdik.
•••
Dahiliye kapıda bir asistan, bir pratisyen, iki kişi nöbet tutar…
Yirmi dört saat kesintisiz çalışmak mümkün olmadığı için gündüzleri ve gece yarısından sonra nöbetleşe çalışıp nöbetleşe dinlenir…
Hasta yoğunluğunun yüksek olduğu akşam saatlerinde ise birlikte çalışır, muayene odasının içinde saatlerce dinlenmeden karşılıklı yardımlaşarak koştururduk.
Bir bardak çayın kırk yıl hatırının olduğu, on dakikalık jestin fevkalade makbule geçtiği o bitmez tükenmez saatlerde birlikte nöbet tutacağınız partneriniz fevkalade önemliydi. Onun için nöbet listeleri yayınlandığında ilk baş kiminle nöbetçi olduğumuza bakardık.
Haksızlık etmeyeyim; birkaçı dışında bütün asistanlarla son derece uyumlu çalışırdık ama gene de bazıları bizim için daha kıymetliydi. Listede kendi adımızın karşısında onun adını görünce daha bir rahatlar, kendimizi daha bir güvende hissederdik.
Abbas da onların başta gelenlerindendi.
Daha mesleğe başladığı o ilk yıllarda bile iyi hekimlik hasletleri göze çarpıyordu. Acil servisin o can pazarı hengamesinde bile her hastayı sabırla dinler, dikkatle muayene eder, uzun uzun anlatırdı.
Sık ve yoğun nöbetler, o yıllarda nöbet ertesinde de devam eden çalışma, serviste vizite katıldıktan sonra akşama kadar da poliklinikte mesai…
Bütün bu temponun arasında sürekli okumayı, öğrenmeyi, kendini geliştirmeyi ihmal etmezdi.
Bu arada siyasetle de ilgilenir, sendika ve tabip odası çalışmalarına katılırdı.
Kars’taki lise yıllarında Devrimci Yol sempatizanı, doksanlarda ÖDP’li, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın selefi Tüm Sağlık Sen’in kurucularından, İstanbul Tabip Odası’nın hastane temsilcilerindendi.
Sözün kısası…
İyi bir insan, iyi hekimlik neslinin son değerli temsilcilerindendi.
Binlerce böbrek hastasını tedavi ederken yıllardır mücadele ettiği bir böbrek hastalığının kurbanı oldu, 17 Kasım günü kaybettik Abbas’ı.
•••
Yıldız Ertuğ Ünder de eski SSK hekimlerindendi.
Eşi Erol’la birlikte SSK Kartal Hastanesi acil servisinde çalışıyordu, tanışıklığımız da İstanbul Tabip Odası SSK Hekimleri komisyonu vasıtasıyla olmuştu.
Hekimliğin itibar kaybedişini erkenden fark etti ve bir başka ilgi alanına yöneldi, bir yandan doktorluk yapmaya devam edip bir yandan da yeniden girdiği üniversite sınavında kazandığı hukuk fakültesini bitirdi, hayatına avukat olarak devam etti Yıldız.
Hem doktor hem de avukat olmanın doğal sonucu da iş hukuku, işçi sağlığı, iş güvenliği alanında hızla parladı.
İş kazaları, meslek hastalıkları, işe iade davaları…
İşçi doktorluğuyla başladığı çalışma hayatına işçi avukatlığıyla devam etti.
Çapa’da zorla lağım sularına sokulup karaciğer yetmezliğinden ölümüne sebep olunan Zafer Açıkgözoğlu’nun davasını üstlendi…
İstanbul Üniversitesi yöneticilerinin de bu ölümden sorumlu olduğunu kanıtlayıp haklarında “taksirle adam öldürmeye sebebiyet vermek”ten dava açılmasını sağladı.
•••
Her zaman güler yüzlü, her daim pozitif, bütün parlak hasletlerine rağmen son derece mütevazıydı Yıldız.
Kendisinden çok muhatabını takdir etmeyi, övmeyi severdi.
Bulunduğu ortamlarda öne çıkmaya çabalamazdı hiç. Eğer ilk defa karşılaştıysanız söz alıp konuşana kadar varlığı dikkatinizi bile çekmezdi. Söz aldığında ise bütün gözler üzerine dönerdi.
Az ama öz konuşur, lafı hiç dolandırmadan meselenin özünü ortaya koyardı.
En son 11 Kasım akşamı DİSK Korosu’nun Fulya’daki konserinde karşılaşmış, çıkışta hep beraber Beşiktaş sahilinde bira içip sohbet etmiştik.
•••
Şimdilerde kenar mahalle hastanelerinde bile başarıyla yapılan bir anjiyo ve stent işleminin ardından, 12 Aralık günü kaybettik Yıldız’ı.
Akşam Cağaloğlu’nda, İstanbul Tabip Odası’nın önünden törenle uğurladık…
Ertesi gün, tercihine uyarak dini tören yapmadan, sevdiği türkülerle İzmir’de rahmetli babasının yanına defnettik.
O mütevazı tavrıyla Tabip Odası’ndan Baro’ya, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nden taşeron işçilerine, ne kadar çok ortama, ne kadar çok hayata değdiğini, temas ettiği insanlarla ne kadar sahici bağlar kurduğunu, ne kadar çok sevildiğini gördük Yıldız’ın.
Kimseler göz yaşlarına hakim olamadı.
Hele de davasını üstlendiği, yıllardır Çapa’da işe dönüş mücadelesi veren Cemal Bilgin…
Gitti Yıldız ablam!..
•••
Işıklar içinde uyusunlar.