Yüzyıl evvel bu zamanlarda bir dünya savaşı bitmişti, arkada yıkılmış kentler, top ateşiyle havaya uçurulmuş tarihi binalar, kurşuna dizilmiş ve kimliksiz yeraltı ölüleri, barikatlarda dövüşmüş, yenmiş-yenilmiş askerler, umutları paramparça ülkeler, şehirlerin meydanlarında ekmek kuyrukları, yoksulları kasıp kavuran açlık ve işsizlik, hastanelerde ve evlerde yaralılar, sakatlar, dullar, depressifler, sayısı artan yetimhaneler kalmıştı.

Türkiye'de ise 2016 yılında hükümete ortak kırk yıllık bir dini cemaatin kemire kemire ele geçirdiği devlet kurumlarında yuvalanmış kadrolarına aşırı güvenerek bir iki şehirde başlattığı ve saatler içinde bastırılan -baştan beri ağır muvaza kokan- bir darbe deneyişi, sokaklarda, askeri binalarda ve köprülerde yüzlerce insanın ölümüne yine yüzlerce insanın sakatlanmasına yol açtı.

Bu sürecin akabinde biranda her yerde ilân edilen olağanüstü hal, durmadan yayınlanan kanun hükmünde kararnameler, yüzbinlerin sabah resmi gazete ilanlarıyla işten çıkarılışı, gitgide korkutulan yargıçların fahiş ceza kararları, gözaltında, cezaevinde ve sokakta yaşanan ani intiharlar, hapiste sebepsiz ölümler, polisten, savcıdan ya da açlıktan kaçmaya çalışırken, tam bu iş tamam denilen anda Ege denizinde ya da Yunanistan kıyısında çocuklarıyla el ele veya koyun koyuna boğulmuş bulunmuşlar, üniversiteler, okullar, hastaneler, partiler, dernekler, sendikalar, televizyonlar, radyolar, derneklerin kapatılışı, yüz milyarlarca liralık malvarlığına el koyuluşu, her yere atanan ve hep yolsuzlukla anılan kayyumlar ve diğerleri, bir kaç yıldan bu yana bu ülkenin olağan halleridir.

Kamu kaynaklarının türedi yeni zenginlere peşkeş çekilişi, ilk Cumhuriyet'in kurduğu şeker fabrikalarının arsızca devredilişi, her türlü değerin piyasaya düşüşü, her gün sayısı artan kaybolmuş çocukların bir köşede minik bedenlerinde işkence izleriyle ölü bulunuşu, hükümetten aldıkları ihalelerle zenginleşmiş semirmiş tiplerin artarda servetlerini yurtdışına transfer edişi, dakikalık fırlayan döviz kurları, yükselen patates ve soğan fiyatları, merkez bankası başkanının hükümet binasına çağrılışı, devlet zevatının İngiltere ve Almanya'ya gidişi ve kraliçe ve Merkel'e avuç açışı, uzakta yaşayan solcu bir ekonomistin ekonominin başına geçeceğinin açıklanışı ve bu kişinin önce hak ve özgürlük deyip hükümettekileri ters köşeye yatırışı ve tüm bu hengamede gittikçe derinleşen ekonomik kriz… İşin öteki yüzü işte budur.

Ve belirsiz hengame davulla zurna, umutla umutsuzluk, zaferle yenilgi arasında sürerken, mümkün olanla mümkün olmayanın gittikçe ayrılamaz hale gelişi; güvenlikten sorumlu bakanın barajı aşmış, parlamentoya girmiş partinin eşbaşkanını telefonda ölümle ya da en hafifinden sürgünle (bu ülkede artık sizi yaşatmayacağız) tehdit edişi, anamuhalefet partisi üyelerinin ve milletvekillerinin şehit cenazelerine alınmayacaklarının içişleri bakanınca emredilmesi, muhalefet partisinin diğer hapisteki eşbaşkanının idamla tehdit edilişi, şeker fabrikaları satılmış şehirlerin, madenlerde ölenlerin yaşadığı yerlerin ahalisinin tekrar hükümet partisine -hem de- rekor seviyede oy verişi, her şey bir groteks karnaval gibi ya da alelade bir tımarhane toplumuna dönüş hali.

Ülke çapında ahmaklık ve kötülüğün tam egemenliği; bir yılda neredeyse üç bin kütüphanenin kapatılışı, her yere bir kaç ayda tamamlanıp dikilen camiler, sokaklarda ve meydanlarda yeşilin yok edilişi, aylardır bir basın açıklaması yapılamayışı, polisin ve savcıların her sesini çıkaranı içeri atışı ve gittikçe yayılan memlekete elveda hissi.

Kaçan akademisyenler, yönetimi ve yazarları değiştirilen eski gazeteler, bir anda dini bültenler halini alan köklü dergiler, televizyonlarda fetih, kan ve işgal temalı diziler. Buna karşın muhalefette akılalmaz bir rahatlık, özgürlüğün her yerde kısıtlanmasına alışmışlık, iktidarın planlı, hedefli ve amaçlı propagandasına karşı hep bir, fikri savunmasızlık, kendi taraftarlarının dahi cesaretinin kırılışı, kendi oylarını dahi takip etme enerjisinin yitirilişi, erkenden atılan havlu, sayısal olarak hiçbir şeyi değiştirmeyecek anlamsız sonuçları kabulleniş, mantar tabancası dahi sıkılmamışken sokaklara çıkmayış, meydanları eli keleşli çetelere sessizce teslim ediş, söylenmesi gerekenleri dahi söylemeyerek tam bir çuvallama anı, hesap vermeyiş ve yine parti içi iktidar savaşına dönüş.

Hükümetin başka bir milliyetçi partiye muhtaç olduğu parlamento aritmetiğiyle avunma ve avutma hali, aslında her şey sandıkta kaybedilmiş ve bu durum en başta ve en erken muhalefetçe kabul edilmişken, patolojik bir iyimserlik, bir tür kumarbaz iyimserliği, kâbus bu. Yüzyıl sonra koca bir ülkenin hali işte bu. Yüzyıl evvel her şey yıkılmıştı, dünya kaos halindeydi, ama yeni fikirler, mesela bir sene evvel hem de bir tarım ülkesinde başarılmış bir Ekim Devrimi vardı. Yüzyıl sonra, hepimiz eğer hiç bir şey yapamayacaksak, koskoca bir ülke gözlerimizin önünde yıkılacak, herkes altında kalacak.