“Yola demokrasi için çıkmışlardı… Sonradan bozuldular” saçmalıkları bittiyse eğer…

AKP, o ’iç karartan’ sembolüyle bile İhvan felsefesinin ve siyasal İslam kuşağının Türkiye’deki bir kopyasıydı. Vıcak vıcık takkiye ile bir dibi müjdeliyordu. Ama daha büyük başarılara imza atarak, 15 yıl içinde dibin de dibini gösterdi.

İster istemez gerçekçi olmak durumundayız. Çünkü AKP ve Saray iktidarı ‘Yok artık bu kadarı da olmaz’ iyimserliğinin son halkasını da koparmak üzere.

Erdoğan diyor ki; ‘Her şey huzura, refaha kavuşmadan OHAL’i kaldırmayacağız”

Tercümesi açık…

“Artık tek adam benim. Bana kısmi değil, gerçek bir faşizm lazım. Ülke bana ait!”

OHAL, faşizme giden yolun en sağlam taşlarından biri. Darbe sonrası ilan edilen OHAL’le ilgili olarak; Bölge’de yıllardır baskı altında olan dostlarımız, net ifadeler kullanıyor:

“Kalkmasını bekleyin tabi… Umut fakirin ekmeği; biz de 40 yıldır bekliyoruz.”

OHAL, muhaliflerin, toplumun susturulmasının en kolay yöntem ve aracı.

Tek adamlığa giden yola döşenmiş büyük taşlardan biri de; toplumun haber kaynaklarına pranga vurmak, seslerini kısmak.

AKP ve Erdoğan iktidarının alışılmış metotları var. Önce bir adım atıyorlar. Sonra toplumsal tepkiye göre ‘bir süre durmaya’ ya da yürümeye karar veriyorlar. Buraya kadar nabız ölçerek yürüdüler. Artık Erdoğan 2019’un yol temizliğini yapıyor. Yazan, çizen, eleştiren, topluma yol gösteren olmayacak! Kör gözün parmağına, ‘alçakça’ Cumhuriyet gazetesi İnternet sitesi Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven’in tutuklanması da bu kapsamda. 19 Mayıs günü, Sözcü gazetesine yapılan operasyon da aynı şekilde!

OHAL ve medyadaki yol temizliği, toplumun kolunu kanadını kırıp aynı zamanda sesini kesmektir. Darbeyi, ‘Allah’ın bir lütfü’ olarak değerlendiren Erdoğan, aslında her şeyi peşinen söyledi.

Kabahat onda değil…

Tarihe teslim etmek gerekir… İş dönüp dolaşıp, ‘Ermeni’yi öldürtmeyecektik, Cumartesi annesini dövdürtmeyecektik, Berkin’in ailesini yuhalatmayacaktık, Kürt’ü bodrumlarda yaktırmayacaktık, HDP’li vekilin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına mani olacaktık meselesine gelecek…

Her mahallenin ayrı acıları var.

Erdoğan kara camlı bir otomobilin içinde. ‘Adamları’, Washington DC’de protestoculara saldırıp tekme tokat dövüyor. Her seferinde aynı hikâye. Yargısıyla, kolluğuyla Erdoğan’ın adamları halka, hakkını arayana, ağzını açana, ‘bu kadarı da olmaz’ diyene saldırıyor.

Erdoğan kara camlı bir Mercedes’ın içinde; önce dışarı çıkmıyor… Belki elinde olsa kalabalığa girip bir tokat da o vuracak.
Ama korkuyor. Yaşanan rezilliğe şöyle bir bakıp, çaresizce arkasını dönüyor. Eleştiriye karşı duyduğu öfke, korkusundan kaynaklanıyor.

İşte bu yüzden yeridir. Her mahallenin acıları birleşmeli, 2019’u beklemeden ‘korkularıyla birlikte’ tek adamlığa yürüyen Erdoğan’ın yoluna barikat olmalıdır.

Bininci kez anımsatmakta yarar var…

Dünya tarihinde hiçbir diktatör ya da ‘heveslisi’ kalıcı olmamıştır. Şüphesiz hiçbir şey kendiliğinden olmaz. Oğuz Güven tutuklandıktan hemen sonra, gazetenin İmtiyaz sahibi Orhan Erinç, yaptığı açıklamada ne güzel söylüyor:

“Karamsar olmaya hakkımız yok, buradan bir çıkış yolu bulacağız.”

Cumhuriyet yazı işleri müdürü Bülent Özdoğan da ‘o çıkış formülünü’ veriyor: “Toplumsal tepkinin artması birliktelik ruhunun artması şart!”

İşte yol temizliğin karşı, yol haritası…

Siyasal İslamcının ‘dayak cennetten çıkmadır’ arsızlığına boyun eğmek istemiyorsak elbette.

İki deri bir kemik
Kemal Gün oğlunun kemiklerini istiyor. 86 gündür açlık grevi yapıyor. Dersim Valiliği talebi gördü ve Gün’e oğlunun kemiklerini vereceğini söyledi. Buradan valiliğin aslında, grevin ilk anından beri onun oğlunun kemiklerini elinde tuttuğu anlaşılıyor. Baba ve kemik meselesi.

“Yüksel caddesinde açlık grevi nöbeti tutanlara yapılan saldırıda, Özakça’nın annesi ile birlikte 9 kişi gözaltına alındı.” İki akademisyen… Nuriye Gülmen ve Semih Özakça… Ankara’nın ortasında ölüyor… Bugün 73. gün… Destek için gelen akademisyenin annesine polis saldırıyor.

Türkiye tarihine gittikçe daha rezil haller, daha rezil cümleler düşüyor. Artık zayıflamaktan sadece deri kalmış akademisyenler…

Bu yazılanları unutun… Belki de bunlar başımıza hiç gelmemiştir. Belki de Türkiye, böyle kötü insanları hiç görmemiştir.