Yılın bu son yazısında, bakiye çıkarmak adettendir. Ben de bu yazıda, 2020 senesine çiftçi, köylü ve gıda gündemleri gözünden bakmak istiyorum. Bu tür yazılar sanki her şey geçmişte kalmış hissiyatı uyandırabilir. Ancak böyle düşünmek yalnızca bir yanılgı olur. Zaten bakiye derken aslında kendimize düşen payı kastediyorum. Yani 2020’den bize ne kaldı; süregelen sorunlarımıza neler eklendi; nelerle mücadele ettik ve dolayısıyla 2021’de nelerle karşılaşabiliriz gibi sorulara dair bir perspektif kazandırmayı sağlayabilir.

Elbette, 2020 bakiyesini pandemi koşulları belirliyor. Ekonomik belirsizlik, kısıtlı hareketlilik ve öngörülemezlikle geçen bu yılda, tarımsal üretim neredeyse durdu. Yeterli gıdaya erişim, beslenme sorunları ortaya çıktı; açlık arttı. Bugün itibariyle gıda üretim ve tedariği ülkenin en önemli gündemlerinden biri olmayı sürdürüyor.

Mart ayında karantinalar başladığında ülkenin birçok yerinde üreticiler topraklarına erişim kısıtları ile karşılaşmıştı. Çiftçiler seyahat yasakları, yaş sınırı gibi nedenlerle topraklarına erişememiş; sağlıklı pazar yerlerinin olmaması gibi nedenlerle ürünlerini tüketicilere sunamamışlardı. Bahçelerine erişemeyen, gübrelemeyi zamanında yapamayan çay üreticilerini hatırlarsınız. Hasadı komşularının veya vefa destek gruplarının yapması önerilmişti… Mevsimlik tarım işçilerini de hatırlarsınız; yüz binlercesinin, aileleriyle birlikte tarımsal üretime katıldığı bir dönemde, sağlıklı yaşam alanları ve çalışma koşulları oluşturma konusunda sorunlar yaşandı.

Gelelim tüketim boyutuna… Hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilk ilan edildiğinde, market kuyrukları oluşmuştu. Halkın, gıda teminine ilişkin gerekli önlemlerin alındığı konusundaki endişe görünürleşmişti. Bu durum aynı zamanda gıdaya erişim, açlık, kıtlık gibi sorunların derinleşeceği sinyalini veriyordu. Sonuçta büyük, zincir marketler, gıda tedariğini ve fiyatlarını daha rahat kontrol eder hale geldiler. “Gıda enflasyonu” adını verdikleri fiyat artışları hız kesmeden sürüyor.

Pandemi şartlarında üretimi sürdürmek isteyen köylünün verimli tarım arazilerine göz dikildi. Çapaklı’daki “Biyogaz Enerji Santrali ve Gübre Üretim Tesisi”ne karşı verilen mücadeleyi hatırlarsınız. Köylünün patlıcan, domates, karpuz yetiştirilen üretim alanlarına, acele kamulaştırma kararı ile el konulmuştu. Eş zamanlı olarak meclise gelen “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile maden şirketlerine türlü imtiyazlar sağlandı. Tarım arazilerinin, doğal kaynakların amaç dışı kullanımı, kirletilmesi ve gasp edilmesi kolaylaştırıldı. Bunca sorunla baş başa bırakılan çiftçinin borçları da katlandı. Kızılca köyündeki çiftçiler, borçlarını ödeyemez hale gelerek isyan ettiler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de hasat dönemlerine denk gelecek biçimde gümrük vergisi indirimleri yapılarak ithalat teşvik edildi.

Toparlamak gerekirse, tedarik sorunları, fiyat artışları, üretim ve pazara erişim kısıtlamaları, sağlıklı çalışma ve yaşam alanlarının eksikliği, verimli arazilerin gasp edilmesi, borçların katlanması ve ithalat teşvikleri, hükümetin, gıda organizasyonunu şirketlere bağımlı kılmayı sürdürme gayretinin sonuçları olarak nitelenebilir.

Son dönemde AKP sermayesi ve yetkileri tarafından yapılan tarıma ilişkin açıklamalara bakıldığında bu yılın bakiyesi üzerine eklenecek başka bir şeyle daha karşılaşıyoruz. Artan şekilde “Tarım 4.0”, “inovatif tarım”, “dijital tarım”, “otomasyon”dan bahsedildiği görünüyor. Burada endişe verici olan şey açıklamalarda çiftçinin anılmaması. Böylece dijitalleşme ve teknoloji politikalarının çiftçiden, topraktan bütünüyle vaz geçilerek yapılacağı; kimin, hangi sorununa istinaden planlandığına dair bizi soru ortaya çıkıyor. O nedenle bunu, çiftçinin tarımsal üretime dair bilgi ve denetimini kısıtlayacak ve çiftçiyi bütünüyle endüstriye entegre edilerek işçileştirecek bir adım olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Halbuki pandemi bizlere, bu türden gıda politikalarının toplum için bir tehdit oluşturduğunu gösteriyor...