İsterseniz başlığı “2021 gelirken” diye okuyun, fark etmez. Ne yazık ki…

Yılın son yazısında o yıla dair bir muhasebe yapmak ve gelecek yıldan beklentileri dile getirmek adettendir. Muhasebeye yazacak şey belli; 2020, her halde dünyanın her yerinde, koronavirüsle anılan bir yıl olacak.

Bir virüs, dünyada ve bizde, var olan yoksulluğun, yoksunluğun, eşitsizliklerin ve sorunların altını çizdi ve onları daha da dayanılamaz hale getirdi.

Şimdi, tam da yılbaşı sofralarına oturmaya hazırlanırken hiç de iştah açıcı bir şey değil yoksulluktan söz etmek. Ama biz söz etmesek de o var işte!

Yoksulluk ve yoksunluk, ticarileşmiş medyanın, bizdeki gibi doğrudan iktidarın sesi haline gelmediği durumlarda bile, gündeminden düşeli çok oldu. Medya sahipleri yoksulluğu ve yoksunluğu üreten sistemin bir parçası olan holdingler olalı beri, yoksullar medyada görünmez oldu.

Bizde ise o görünmeyen yoksulluğun yerini, “Artık yoksul kalmadı” diyen iktidar sahipleri aldı.

İnsanların yarısının, geçinmenin olanaksız olduğu bir asgari ücretle geçinmeye çalıştığı, asgari ücretli bir iş için binlerce işsizin kuyruk oluşturduğu bir ülkeyiz. Pandemiyle birlikte, o gün ne kazandıysa, 30-40-50 TL, onunla ev geçindirmeye çalışanların da çaresiz kaldığı bir ülke…

2020’yi geride bırakırken, Dünya Bankası’nın en iyi senaryosuna göre, 71 milyon insan daha yoksulluğa itilmiş olacak. Bu küresel tablodan bize düşen pay da epey ağır.

Geçen Pazar, BirGün’ün kent haberleriyle dikkat çeken muhabirlerinden Uğur Şahin’in o tablodan bir düşeni çarpıcı bir şekilde yansıttığı haberi manşet olmuştu. Birer istatistiğe dönüşüp yüzbinler ve milyonlarla ifade edildiğinde göremediğimiz iki kent yoksulunun evine sokmuştu bizi Uğur. İki göz odalı bodrum katlara...

Açlığın hüküm sürdüğü ve belki sadece farelerin karnının doyduğu, halı yerine sokaktan bulunup serilmiş muşamba “SATILIK” afişinin serildiği iki eve… Duvarlarda tablo yerine ödenmemiş faturaların asılı olduğu, manzarası kaldırımdan geçen insanların ayakkabıları olan, ilaçların alınamadığı, bir sobanın “ısıtmaya çalıştığı”, 400 liralık kiraların ödenemediği evlere…

Çocuğunu “kucağında ölmesin diye iki haftalıkken Çocuk Esirgeme Kurumu’na veren” annelerin; kâğıt toplayarak, su satarak eve 30-40 TL getirirken artık onu da getiremez olan babaların evlerine…

Güya toplumsal sorunları görmek ve yönetenlere göstermek için var olan medya onları çoktan görmez olalı beri, bu insanlar da sosyal medyadan yardım çığlıkları atıyorlar. Bazen duyuluyor o sesler. Uğur gibi bir gazeteci duyup gidiyor, ses oluyor onlara. Bazen, iyi insanlar iyilik ellerini uzatıyorlar.

Ancak, yoksulluk ve yoksunluk, hele de onu üreten bir düzen varken, yalnızca iyi insanların uzattıkları ellerle çözülebilecek bir sorun değil. İktidarların çözümün değil sorunun parçası olduğu durumlarda, çözümü olanların iktidar olabilmesi de daha muhalefetteyken dayanışma ağları örerek problem çözebilmesinden geçiyor.

Bir gazetenin gücü, herhangi bir soruna dikkat çekebilmesinden ve dikkat çektiği sorunun çözülebilmesinden gelir.

Uğur’un BirGün’de manşet olan haberi kimin dikkatini çekti, kim o manşeti gördü ve çözüm önerdi, hangi parti “Bizim yoksullukla mücadele ağlarımız var, onlar da dahil olsun” dedi, bir belediye haberi okuyup da Uğur’u aradı mı? Bilmiyorum. Ancak, ne medyanın ne de muhaliflerin, yoksulları ara sıra “gören” değil, onlarla sürekli “görüşen” bir ilişki kuramadığı sürece umut olamayacağını biliyorum.

2021’in, sorun saptayan ve çözümler üretebilen yapıların öne çıktığı bir yıl olmasını diliyorum!