Ortada 2020’yi lanetlemek için bir sebep yok. Her olumsuz durum karşısında bunu bir metafiziğe bağlamak eğilimindeki insan, 2020’yi “lanetli yıl” ilan etmek konusunda da hiç tereddüt etmedi. Oysa lanetlenecek şey, koronanın aldığından daha fazla insan canına mal olan bu sistem olmalıydı. Ne yazık ki günümüz insanı, Antik Mısırlıların bokböceğinde olduğunu düşündükleri keramete benzer bir arayışı, bugün kapitalizmde arıyor.

2020’nin laneti ve bokböceğinin kerameti

SERHAT HALİS

Bokböcekleri yumurtalarını gübre yumağı içine bırakıp, onu nizami bir top haline gelinceye kadar yuvarlarlar ve bir süre sonra larvalardan çıkan yavrular, mucizevi bir şekilde bu yuvarlak gübreden doğuyorlarmış gibi görünürler. Bu nedenle Antik Mısırlılar bokböceğinin yeniden doğuşu temsil ettiğini düşünür ve ona şaşırtıcı bir kutsiyet ve keramet atfederlerdi.

Kuşkusuz bokböceğinden bile keramet bekleyen bu abartılı yorumun altında, insandaki ilkel bir eğilim yatar. Bu eğilim, insanın açıklayamadığı her şeye, metafizik anlamlar yükleme tavrından başkası değil. Avcı-toplayıcı atalarımızdan günümüze devam ettiğini gördüğümüz bu tavır, insanın doğadaki çaresizliği karşısında, ona palyatif bir çözüm olur. Ancak bu, insanlık için yıkıcı bir etkiyi de beraberinde getirir; zira metafizik, doğası gereği aklı gölgeleyen, cehaleti besleyen bir düşünme biçimidir. ‘İnsanlık tarihinin büyük acıları bu metafizik düşünme biçimi nedeniyle yaşandı’ dersek, gerçeği cüretkâr bir dille ifade etmiş oluruz.

İnkalar, tanrıların kendilerine öfkelendiğini düşündükleri için yılın belirli dönemlerinde insan kurban ederlerdi. Benzer bir davranışı eski Asya’da görmek de mümkün. Ortaçağ Avrupa’sı ise cadı oldukları gerekçesiyle binlerce insanın diri diri yakıldığı bir yere dönüşmüştü. Büyük veba salgını sırasında Fransızlar, lanetlenmiş oldukları gerekçesiyle, vebadan ölenleri toprağa gömmek yerine, Paris sokaklarında teşhir ediyordu; böylelikle salgın daha da hız kazandı. Hitler Almanya’sındaysa büyük kalabalıklar, dünyanın geri kalanından üstün oldukları düşüncesine saplanarak yerküreyi kana buladılar.

Din savaşları, milliyetçi çatışmalar, taraftar kavgaları ve aklınıza gelebilecek pek çok kanlı yıkım; insanın, metafizik düşünce atmosferinde yeşermiş mutlak doğruları yüzündendi. Üstelik günümüz insanı da bu eğilimini hayata geçirmek konusunda atalarından farklı değil. Burçlarla, fallarla, çakralarla, totemlerle, futbolla, milliyetçilikle ve çeşitli inançlarla yoğrulmuş modern insanın bunun dışında kaldığını söylemek biraz fazla hayalci bir yorum olur zaten.

Dikkatli bir gözlem yapmak durumunda kalsak; günlük hayattaki pek çok davranışa yön veren temel eğilimin, “metafizik” olduğunu görürüz. Üstelik bugün, sınıfsal sömürü ağına ve varoluşu anlamlandıramamaya bağlı olarak açığa çıkan her türden mutsuzluk; insanı metafiziğe daha fazla sürüklüyor.

Böylelikle basitinden teferruatlısına kadar, tüm meselelere bu pencereden bakan büyük kalabalıklar; sayılara, gezegenlere, hayvanlara ve hatta yıllara bile pejoratif, doğaüstü anlamlar yüklüyor. 2020’ye dair çevremizde çokça duyduğumuz, “lanetli yıl” söylemi de bu noktada üzerine düşünmemiz gereken bir şeye dönüşüyor. Zira bu söylemin altında, binlerce yılda birikmiş bir metafizik tortu var. Pek ciddi olmayan bir edayla söylendiğinde bile, “2020 lanetli yıl” demek; bağrında,‘fizik ötesi bir şeyin, pek çok felaketi, bir yıllık zaman dilimi içerisine bilinçli olarak sıkıştırdığı’ alt metnini taşıyor.

Peki, 2020’de diğer yıllardan çok daha mı fazla ölüm oldu; açlık ve kıyımlar daha mı yoğun yaşandı, yoksulluk gözle görülür bir şekilde sıçradı mı?

Oysa yıl içerisinde yaşanan toplu ölümlere neden olan kazalar ve doğa felaketleriyle birlikte, 2020’nin gündemini belirleyen pandemi; bu yılı diğer pek çok yıldan ayırarak lanetlemek için yeterli bir farklılığa bile sahip değil. Doğanın genel reflekslerinden sadece biriyle karşı karşıyayız. Dünya yüzlerce kez koronadan daha yıkıcı ve ölümcül süreçler yaşadı ve bunların hiçbiri metafizik bir lanet değildi.

Sadece 1880’deki Beşinci Kolera Pandemisi denilen salgında 1 milyon insan yaşamını yitirdi ki bu sayı o dönem dünya nüfusunda önemli bir oranı temsil ediyordu. Çok değil bundan on yıl sonra Rus gribiyle birlikte 1 milyon insan daha yaşamını yitirecekti. 1894’te ise Yuhan’dan Hong Kong’a sıçrayan veba salgını sadece ilk beş yıl içinde 10 milyon insanın yaşamına mal oldu. 1918 ile 1920 yılları arasında -o dönem dünya nüfusunun yüzde beşine tekabül eden- 20 milyon insanın ölümüne sebep olan İspanyol gribi ise tarihin gördüğü en yıkıcı salgınlardandı. 1957-58’deki Asya gribinde toplamda 2 milyon insan öldü. 1968 yılına geldiğimizde ise Hong Kong’ta 1 milyonun üzerinde insanın gripten yaşamını yitirdiğini görürüz. Kuşkusuz bunlar, 2020 yılında yaşadıklarımızın çok ötesinde yıkımlardı. Üstelik bu yıkımların dışında tarihin pek çok evresinde doğa felaketleri çok büyük insan kayıplarına neden oluyordu.

23 Ocak 1556’da Kuzey Çin’de gerçekleşen depremde toplam 830 bin insan saniyeler içinde yaşamını yitirdi. 10 Nisan 1815’te ise Sumbawa Adası’ndaki Tambora Volkanı’nın patlaması sonucu 15 bine yakın insan lavlardan yanarak, 100 bin civarında insan ise patlamaya bağlı diğer etkenlerle öldü. İddia edilir ki o yıl bu büyük patlamanın yarattığı toz bulutu ve dumandan dolayı kuzey yarım kürede yaz yaşanmamış, tarım yapılamamıştı. Ancak bu, 1815 yılının lanetinden değil, doğal sürecin bir gereği olduğundan yaşandı. Her halükârda 1815’in, 2020’den daha karanlık bir yıl olduğu kesin.

Doğanın sıradan reflekslerinin dışında tarihin pek çok evresinde insan eliyle gerçekleştirilen büyük yıkımlara tanıklık ederiz. Bu tanıklık için öyle tarihin eski ve dolambaçlı yollarında kaybolmaya da gerek yok. ABD’nin yakın tarihindeki birkaç örneğe bakmak bile yeterli.

1945 yılında tek bir bombayla Hiroşima’da saniyeler içinde 150 bin insanı öldüren şey ABD Kapitalizmiydi. Aynı yıl ABD uçakları sadece çocuklar ve kadınların olduğu sivil yerleşim yeri Dresen’de 200 bin sivili bombalarıyla parçaladı; 7 yıl sonra ise Kuzey Kore’de 1.5 milyon insanın ölümüne neden olacaktı. ABD’nin 1968 yılında Vietnam’da gerçekleştirdiği (My Lai katliamının da aralarında olduğu) bir dizi cinayette yaklaşık 3 milyon insan öldürüldü. Bu süreçte Latin Amerika’da yaptıkları da Vietnam’daki icraatlarından alta kalır değildi. 1991’e gelindiğinde ise sadece 1.5 ay içinde Iraklı sivillerin üzerine tam 85 bin ton bomba yağdıracaktı. Doğanın reflekslerinden bağımsız olarak insan eliyle gerçekleştirilen yıkımlar çok daha acımasız ve şiddetliydi. Üstelik bu yıkımların hemen hepsi 2020 yılındakilerden daha kanlıydı.

Aynı ABD’de aşırı beslenme nedeniyle obezite kronik bir hastalığa dönüşürken, yeryüzünün başka coğrafyalarında bir yılda 2 milyon çocuk açlıktan ölmekte. Londra Belediyesi her ay Londra sokaklarındaki idrarı temizlemek için 100 bin sterlin harcıyor; aynı anda Afrika’daki bir maden yatağında 5 yaşında bir çocuk, günlüğü 1 dolara köle olarak çalıştırılıyor. 4.7 milyar insanın günlük su ihtiyacına eşit olan 660 bin ton su, “zenginler kulübü” eğlencesi olan golf sahaları için harcanırken; aynı dünyada günde 800 çocuk susuzluk nedeniyle yaşamını yitiriyor. Üstelik bunların hiçbiri 2020 yılında başlamadı...

Ortada 2020’yi lanetlemek için bir sebep yok. Her olumsuz durum karşısında bunu bir metafiziğe bağlamak eğilimindeki insan, 2020’yi “lanetli yıl” ilan etmek konusunda da hiç tereddüt etmedi. Oysa lanetlenecek şey, koronanın aldığından daha fazla insan canına mal olan bu sistem olmalıydı. Ne yazık ki günümüz insanı, Antik Mısırlıların bokböceğinde olduğunu düşündükleri keramete benzer bir arayışı, bugün kapitalizmde arıyor.

Antik Mısırlıların bokböceğine yükledikleri keramete geri dönecek olursak: tahmin edersiniz ki bokböceği Mısırlılara hiçbir şekilde keramet getirmedi. Hatta bu metafizik bakış onlara tarihin pek çok evresinde çok fazla sıkıntı yaşattı. O günden bugüne insanın metafizik aşkının ve keramet arayışlarının yitmediğini, hatta bir adım daha ileri giderek güçlendiğini görürüz. Tıpkı şu sıralar koronadan kurtulmanın yolunu inek dışkısıyla yıkanmakta bulan milliyetçi Hint sağcılarının dışkıda keramet arayışları gibi…