Yaşam aslında bize bazen azalıp, bazen artmayı öğreten vakur bir öğretmen. Elimdekini olduğu gibi koruyacağım deyip onu kızdırmamak gerekiyor. Ruhsal anlamda bir tedbirlilik haline, normalin altında seyretmeye, hiç vazgeçemem sandığın şeylerden vazgeçmeye hazır olmak gerekiyor. Aslında zorunda kalınca her şeye alışabileceğinin bilinciyle...

2020’nin ruhsal muhasebesi

NESLİ ZAĞLI

2020 yılını geride bırakmaya günler kala, geçirdiğimiz yılın takvim yılıyla bir yıl sürdüğünden bile şüphe edecek haldeyiz. Tüm dünyayı ve ülkemizi kasıp kavuran Covid-19 salgını, yılın ilk çeyreği tamamlanmadan patlayınca başlayan kaygılı, korkulu, karantinalı süreç sanki yıllardır bizi hapsetmiş gibi hissediyoruz. Yaşam koşullarımız, alışkanlıklarımız, hayallerimiz, ruh halimiz pandeminin kuşatması altında. Hal böyleyken, salgın bizi o kadar çok varoluşsal sorgulamaya itti ki, bu noktada bir muhasebe yapmak belki de kolay olacaktır. Ancak belki bir yandan da, karantinalardan, yasaklardan, yakın ve uzak çevremizdeki hastalık ve kayıplardan bitkin düşmüş bizler, böyle bir muhasebe istendiğinde ruhsal bir kekemelik yaşayacağızdır. Pandemi bize hem tehdit altında uyarılmış bir ruh hali hem de hayatla temasın koptuğu noktalarda pasifize olmuş, bitkinleşmiş bir hal getirdi. Biz kimdik, nereden gelip, nereye gidiyorduk, ne ister, ne özlerdik bilemediğimiz haller bunlar. Baştan peşin peşin kabul edelim, ruhsal açıdan zor bir yıldı. Hemen hemen hepimiz için.

Kendi psikoterapi çalışmalarım ve meslektaşlarımdan duyduklarımla pandeminin ruh sağlığımız üzerindeki etkilerini anlamaya çalıştığımda, en ön plana çıkan düşünce pandeminin bir turnusol işlevi gördüğü. Yani bizde olanı görünür kılıcı etkisi. Hatta bazı durumlar için görünür kılmanın da ötesinde şiddetlendirmesi. Örneğin öncesinde evhamlı özellikler gösteren kişilerin, kaygı bozukluğu seviyesinde bulaş korkusu yaşamaları ve komple bir izolasyonun bile yatıştıramadığı anksiyete halleri geliştirmeleri. Salgın korkusu ve izolasyon çilesi, ego gücü ve ruhsal dayanıklılığı zayıf kişiler için tam bir dağılma etkisi yarattı. Kişilerin bir kısmı kendi sorunlarıyla ilgilenemeyecek kadar dağılmış hissederken, bir kısmı için ise kontrol edemedikleri pandemi gerçeğini inkâr edip kendi biricik sorunlarına aşırı odaklanmak daha makul geldi. Kontrol edemediğimiz olaylar karşısında tepkilerimiz farklı farklı ve salgın bu bireysel farkları turnusol kağıdı gibi görünür kıldı. Üretmeye, yaşamaya ve sevmeye devam eden mutlu bir kitle de yok değil. Ancak bu kitle, kaygı ve engellenmişlik kronik hale geldikçe omuzları çöken ezici çoğunluğun karşısında malesef ki bir azınlık.

Kabul edelim ki, pandemiyle kuşatılmış durumdayken ruhumuzun girdi çıktılarının bilançosunu yapmak çok kolay değil. Çoğu insanda bir duyarsızlaşma, küntleşme ve kabuğuna çekilme hali var. Bana kalırsa pandeminin en büyük darbesi ilişkilere indi. Karantina süreçleri bir arada yaşayan insanlar için haddinden fazla bir iç içelik getirirken, yalnız yaşayanlar için ise sosyal bağların gevşemesine neden oldu. İnsanlar iyi günler için de, kötü günler için de bir araya gelemedikçe yaşamsal canlılık gittikçe azaldı. Çünkü insanı canlı ve bütün kılan temastır, ilişkidir. Hele gençler için cıvıl cıvıl ruhlarını bir ötekiyle birleştirmek elzemdir. Yaşlılar için ise yorgun ruhlarını, hatırşinas bir diyalogda dinlendirmek... Âşıklar için zamansızlık ve mekânsızlık makbuldür; dostlar için ise şartsız, koşulsuzluk. Bu olağanüstü koşullar ilişkilere, özlemlere, aşklara neler getirdi, neler götürdü bilinmez. Ama pandeminin bu noktada da turnosol işlevi göreceği şüphe götürmez. Görünen o ki pandemi deliğine çekilince, gerçek kurumlar, gerçek dostluklar, gerçek aşklar, gerçek umutlar geriye kalacak...

Her ne kadar 2020 deyince, gözümüzün önüne kalın puntolarla pandemi gelse de bebekler doğmaya, kadınlar ölmeye, işçiler direnmeye, bilim insanları üretmeye, fakirler fakirleşmeye ve yirmi yıla yaklaşan iktidar palazlanmaya ve pervasızlığa devam etti. Pandemiye alıştığımız gibi bunlara da alıştık aslında. Ya da alışmış gibi yapmaktan başka şansımız yok. Hayat bize tekrar tekrar kontrol edemeyeceğimiz şeyler karşısında ayakta kalma dersi veriyor. Olduğumuz kişi olarak kalma şansı da vermiyor. Biz değiş diyor. Esne, eğil, bükül ve toparlanıp yeniden ayağa kalk. Bu sene çok korktuk, çok endişelendik, çok sıkıldık, çok hüzünlendik, çok özledik, çok ağladık, çok hatırladık, çok andık... Ve yine bu sene az özgür, az sosyal, az hevesli, az rahat, az neşeliydik. Yaşam aslında bize bazen azalıp, bazen artmayı öğreten vakur bir öğretmen. Elimdekini olduğu gibi koruyacağım deyip onu kızdırmamak gerekiyor. Ruhsal anlamda bir tedbirlilik haline, normalin altında seyretmeye, hiç vazgeçemem sandığın şeylerden vazgeçmeye hazır olmak gerekiyor. Aslında zorunda kalınca her şeye alışabileceğinin bilinciyle...

Upuzun bir yıl geride kaldı ama görünen o ki pandemi koşulları bir süre daha devam edecek. Şu ana kadar yaşadığımız her şey iyice kronikleşecek. Ruhsal anlamda iyi olmanın ve iyi kalmann yollarının hemen hepsini denedik. İçlerinden en çekilir olanlarla devam etmeye çalışıyoruz. Yakınlarımızı, sağlık çalışanlarını, insanlarımızı kaybettik. Kaçınılmaz bir yas havası içinde de nefes almaya devam edebileceğimizi gördük. Yaşamı eğrisiyle, doğrusuyla sürdürme iç güdüsü galip geldi. Örselendik, bunaldık, kaygılandık, uykumuzdan, ağzımızın tadından olduk. Ama bakın buradayız, yeni yıla değil de bir arafa girer gibi bekliyoruz. Belirsizliğe tahammül edebilmek en büyük insancıl erdem. İnanın bu sıkıcı süreçte bunun gibi çok şey öğrendik. Dünyanın başına birkaç yüz yılda bir musallat olan bir salgın karşısında biz de ruhsal bir mutasyon geçiriyoruz aslında. Önceliklerimizle, alışkanlıklarımızla, değerlerimizle başkalaşıyoruz. “Her aşk bir kışta sınanır, kimi buz keserek terleyiverir, kimi daha güçlü çıkar bahara” dizelerindeki gibi umudumuz bir kışta sınanıyor. Yeni yıl bahar gibi gelsin hepimize. Mutlu, sağlıklı, eşit, adil, özgür ve krizsiz bir yıl dilerim sizlere...