Fransa’da sarı yeleklilerin sözde apolitik, siyasetler üstü Macron’a ve onun neoliberal politikalarına boyun eğdirişiyle başlayan dalga, Şili’de aynı neoliberalizmi başladığı yerde bitirme yeminine, Lübnan’da hem ekonomik temelli hem de daha seküler bir ülke için sokaklara doluşan Joker’lere dönüştü. En son Sisi darbesiyle üst üste iki kez devrimleri çalınan Mısırlılar, diktatöre inat sokaktaydı. Cesaretleri Irak’a da yansıdı

2020’ye girerken dünyada toplumsal hareketler

Yusuf Tuna Koç

2019’un son günlerini yaşarken geriye dönüp baktığımızda, dünya genelinde toplumsal hareketler açısından çok ciddi bir yükselişe tanık olduk. Fransa’dan Şili’ye, Lübnan’a Mısır’a birçok ülkede milyonlar sokakları doldurdu. Hepsinin farklı bir çıkış hikayesi olsa da aslına bakarsak tüm eylemlerin gayesi ortaktı, daha özgür ve daha adil bir dünya.

2010’lar toplumsal hareketlerini ve bir yanıyla da bu dönemin sol hareketini belirleyen en önemli faktörlerden biri, dönemin sokak hareketleri olmuştu. 2010’da Arap Baharı, 2011’de Occupy, ardından Türkiye ve Brezilya’da yaşanan isyan hareketleri, belli başlı yapısal benzerlikler gösteriyor, benzer renkleri taşıyordu. Çoğu için söylenebilecek olan, çok renkliliği, gençlerin ve kadınların baskın oluşuydu. 2008 krizinin en çok hissedildiği Batı ülkelerinde daha çok ekonomik temelliyken Türkiye, Tunus gibi ülkelerde başat söylem özgürlük ve laiklik üzerineydi. Tüm bu hareketlerin negatif ortak özelliğiyse örgütsüz olmaları ve bu sebeple de kendiliğinden bir şekilde yükselip sönümlenmeleriydi.

Bu eylemliliklerin üzerine dünyada yükselen siyasi fenomen olarak ise aşırı sağ gösterildi. Her ne kadar aşırı sağ diyerek yumuşatılmaya, basit bir tepkiselliğe ve kimlik siyasetine çekilmeye çalışıldıysa da aslında olan, krizi durduramayan egemenlerin, hayali düşmanlar üzerinden başka bir siyasi alternatifi olmayan kitleleri neo faşizme çekmesiydi. Türkiye bunu farklı bir senaryo içerisinde yaşadıysa da özellikle Avrupa’da ve ABD’de sürekli olarak karamsar ve fakat bir o kadar da liberal bir dille anlatılan mesele de aslında Trump gibi figürler üzerinden, sistemin asli unsurlarını değil, söylem bazlı sorunlarını işaret ederek, halkı yine devletin arkasında konsolide etme çabasıydı. Ve aslında her ne kadar bu sene iktidara gelmiş olsa da bir siyasi fenomen olarak 2019 yılı ve öncesinden bahsedeceksek, konjonktürel olarak öncesinde kalan bir diğer aktör de Brezilya’da Bolsonaro oldu bu süreçte.
Fakat son günlerini yaşadığımız bu yıl, siyasette büyük oranda bu fenomenin sindiği ve yerini tekrardan 2010’ların başındaki ruhun dönüşerek aldığı bir yıl oldu. Fransa’da sarı yeleklilerin sözde apolitik, siyasetler üstü Macron’a ve onun neoliberal politikalarına boyun eğdirişiyle başlayan dalga, Şili’de aynı neoliberalizmi başladığı yerde bitirme yeminine, Lübnan’da hem ekonomik temelli hem de daha seküler bir ülke için sokaklara doluşan Joker’lere dönüştü. En son Sisi darbesiyle üst üste iki kez devrimleri çalınan Mısırlılar, diktatöre inat sokaktaydı. Cesaretleri Irak’a da yansıdı. Tabii bütünde toz pembe bir tablo sunmaya çalışmak gerçekçi olmaz. Brezilya’da 2016’daki darbenin sonucu olarak Bolsonaro iktidara geldi. Venezuela’da ABD tekrar darbeye kalkıştı, sonuçsuz kalsa da ülkede genel olarak daha iyiye gitme noktasında da bir adım atılabilmiş değil. Buna benzer artı eksi yaşanan tüm siyasi gelişmeleri tek bir cümleyle anlatabilmek tabii ki mümkün değil. Fakat bütünde tabloya baktığımızda, 2019 yılı dünyada neoliberalizmin bitmeyen krizine karşı ayaklanan halkların yılı oldu. Bu yıl yapılan eylemlerin bütünde ortak noktaları ağırlıklı olarak ekonomik, sınıfsal talepler üzerinde birleşmeleriydi. Her ne kadar 2010 dönemine hem renk hem talep olarak benzerlikler gösterse de eğer bu yılı -ve dileriz önümüzdeki yılı da- Meydan Eylemleri 2.0 olarak tanımlayacak olsak, farkın ekonomik taleplerin demokratik taleplere ağır basması olarak görebiliriz. Fakat bu farklılaşma kendiliğinden tam olarak olumlu bir evrimleşme getirmiyor. Tüm dünyada solun örgütsüzlüğü, bu yılki eylemlerin de en önemli sorunuydu. Her ne kadar özellikle Fransa, Şili ve Lübnan örneklerinde olduğu gibi özellikle ekonomik taleplerin birincil gündem olduğu ülkelerde bu örgütsüzlüğe rağmen sonuç alan, dolayısıyla bir boş gösterenin ağırlığı altında sönümlenmeyen eylemlilikler oldu. Fakat tüm bu isyan dalgalarının, bütünde dönüştürücü, sürekli bir harekete, siyasi özneye dönüşmesi ancak çekirdeğinde örgütlü bir sol siyasetin varlığıyla mümkün olabilirdi. Fakat tüm bu saydığım ülkeler arasında bunun yakınına yaklaşanı yok. Dolayısıyla bu eylemliliklerin yeni yılda dünya siyasetine somut olarak bırakabileceği bir şey henüz gözükmüyor. Bu yine de tüm bu olaylardan solun çıkarabileceği dersler olmadığı anlamına gelmiyor.

Öncelikle, eylemlerin özellikle zamlar ve vergiler üzerinden yükselen ekonomik taleplerinin, var olan siyasi partilerin yetemeyeceği bir sistem kriziyle göbekten bağlı olduğunu görmek gerekir. 2007’de başlayan kriz bitmediği gibi yayılmaya ve büyümeye de devam ediyor. 2010’lar başında ortaya çıkan toplumsal hareketlerin ciddi bir kısmı krizden ilk etkilenen ülkelerde olmuştu (ABD, İspanya, Yunanistan, vb.). Fakat 2016 itibariyle aynı kriz bu sefer bu şiddetiyle gelişmekte olan ülkeleri vurdu. Özellikle Güney Amerika gibi 2000’lerin örnek ekonomileri, bu kriz dalgasından en çok etkilenen ülkeler oldu. Dolayısıyla 2019’un siyasi temposunun bir sebebi de çözülemeyen krizin ikinci dalgası. Bu da bugün (2010 döneminden de öğrenerek) solun kriz durumunda hem siyaset yapma hem de dayanışma örgütleme noktasında daha da etkili yöntemler bulması gerekiyor. Çünkü maalesef dünya çapında yaşanan bu yoksullaşmanın hız keseceğini düşünmemiz için bir sebep yok. Son birkaç aydır Türkiye’ye de geçmiş olan ‘OK Boomer’ sözünün bu kadar kolay benimsenmesinin bir sebebi de bu, bugün hem Türkiye’de hem dünyada bir önceki kuşağa göre yoksulluk ve güvencesizlik farkı çok yüksek. Öbür yandan İngiltere’de Corbyn, ABD’de Sanders ve Cortez’i yaratan, bu iki ülkede genç nesli sosyalizme inandıran da yine aynı sorunlar ve bu sorunlara karşın kapitalizmin çözümsüzlüğü. Dolayısıyla sadece internet esprilerimiz değil, dertlerimiz de aynı. Çözüm konusunda ise henüz bayrağı eline almış bir ülke yok. Fakat şurası kesin ki tüm dünyada bu siyasi atmosfer, özellikle de bugünkü genç nesle bu konuda daha birçok fırsat tanıyacak.

Fakat bu solun örgütlülüğü ve bu örgütlülüğün doğacağı noktaların biçimleri bir soruyken, izleyeceği yol haritası da başka bir soru. Jeremy Corbyn, Britanya’da İşçi Partisi liderliğine geldi. Bu noktaya da sadece kendi kişisel karizmasıyla değil, arkasında Momentum gibi ciddi bir taban örgütünün desteğiyle geldi. Daha önce girdiği seçimlerde de İşçi Partisi’ne uzun süredir görmediği seçim başarılarını kazandırdı. Fakat son noktada, Brexit gündeminin altında kaldı. Bu da aslında düzen içi siyasetin kırılganlığının, halihazırda kendisini sermaye karşıtı olarak tanımlayan bir siyasi aktöre karşı nasıl bir silaha dönüşebileceğinin bir kanıtı. Bu kırılganlığı, daha önce AB’ye karşı tutarlı davranamayan SYRIZA’da ve siyasetten kaçan PODEMOS’ta da gördük. Dolayısıyla mesele sadece böyle kriz dönemlerinde sol için ortaya çıkabilecek olası fırsatların ne kadar iyi değerlendirilebileceği meselesi değil, aynı zamanda seçilen yolun sahiciliği de. Taban radikalizmi, sistem içi barışçıl bir çözüme hapsedilmeye çalışıldığında tersine dönebiliyor. Dolayısıyla çözümü de hakiki bir dönüşümü önüne koyan yollarda aramak gerekiyor.

Öyle ya da böyle, 2020 de son günlerine girdiğimiz 2019 gibi yeni toplumsal hareketlere ve örgütlenmelere gebe. Bu seneyi ağırlıklı olarak seçim gündemleriyle geçiren Türkiye’nin de yeni yılda yerini alacağı daha geniş bir direniş haritasıyla görüşmek dileğiyle!

cukurda-defineci-avi-540867-1.