Her yeni yıl, gelecekle ilgili tahmin ve kehanetlerle başlar. Üstüne Covid-19 pandemisi eklenen dünya krizi, geleceği daha da belirsizleştirmiş durumda. Tahmin bilgiyi kullanır, kehanet ise arzuyu. Tahmin aklın işlemesini gerektirir, kehanet ise duyguların.

Belirsizliğin kışkırttığı korku, aklı eritir ve tahminlerden kehanetlere doğru savrulmak kolaylaşır. Kendini kehanetle ifade eden arzu, bir beklentinin dışavurumudur. Belirsizliğin yarattığı korku büyüdükçe tek amaç korkudan kurtulmak olur. Korkmayacağımız bir durumu arzulamaya iter bizi. O durumun ne olacağı üzerine düşünememeye başlarız. Yeter ki bizi korkutan durum geçsin isteriz. Bu hali kaçınılmaz olarak edilgenlik izler. Bizi korkutan kurtaracak olana boyun eğmeye yatkınlaşırız.

Gelecekteki belirsizliğin sonuçlarını tahmin edebilmek için ise korkuyu araç haline getirmek gereklidir. Korkuyu ancak bilgi ile araç haline getiririz. Bizi korkutan durumun niteliklerini bildikçe onunla nasıl mücadele edeceğimize dair yolları düşünebilmeye başlar aklımız.

Covid-19 pandemisindeki bireysel tepkiler açıklayıcı örnek olabilir. Virüsün kendisi, yayılımı, etkileri ve bulaşıcılığı üzerine olan bilgi arttıkça, ondan korunmak için alınması gereken önlemler de netleşti. Bu bilgiyi kullananlar ellerini yarım dakika normal sabunla yıkadılar; hastalanmaktan çok korkanlar ise ellerini çamaşır suyu ile yıkamaya kalkmak, burnuna tereyağı sürmek, Çinlilere beddua etmek, aşıda çip aramak gibi hurafelere takılıp kaldılar. Bilgi korku duvarına çarptıkça gereksiz yere aşırı D vitamini alanlarda bu kez böbrek taşı ve diğer böbrek sorunları riski çoğaldı vb.

Şimdi 2021 ve sonrası için bilgiye dayalı tahmin (prediction, estimation) ile arzuya dayalı kehanetlere (prophecy) bakabiliriz.

Çoğumuz bir sabah, her şeyin tam da olmasını arzuladığımız gibi olduğu bir güne, uyanmayı isteyebiliriz. Bu arzu bizi, olan bitenlerde çok sayıda alamet görmeye itebilir. Gördüklerimizi, duyduklarımızı, okuduklarımızı “olmasını umduğumuzun olmakta olduğunu gösteren” işaretler gibi yorumlamaya yatkınlaşırız. İçimiz biraz ferahlar gibi olabilir. İyimser bir cıvıltı yükselebilir derinlerimizden. Oluyordur, olacaktır… Eli kulağındadır… Az kalmıştır… Biraz daha beklersek olacaktır…

Gerçekte ise arzularımızın boyunduruğuna girmiş ve edilgenleşmişizdir. Bu hale kapılırsak, beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yokmuş gibi hissederiz. Beklerken de sadece kendimizi “o güzel günlere sağ salim ulaştıracak” sığınaklarda hareketsizleşiriz.

Oysa gelecekte ne olacağını öngörmek için elimizdeki bilgiye bakmamız gerekli. Bizi, ülkeyi ve dünyayı bekleyen gelecek ile ilgili “bu gün bildiğimiz” ne var?

Özellikle Covid-19 pandemisinin de etkisiyle yoksulların daha da yoksullaştığını ve yoksulluğun daha da yaygınlaşacağını; eğitim olanaklarının geniş yığınlar için uzun süreliğine ortadan kalktığını ve önümüzdeki on yılda çok ama çok daha büyük bir eğitimsiz yığının oluşacağını; işsizliğin artık sabit oranda bile tutulamayacağını ve açlık koşullarında hayatta kalmaya çalışan insan sayısının dünya nüfusunun çok büyük bir bölümünü oluşturacağını “biliyoruz”!

Bu bilgi gelecekte bizi neyin beklediğini tahmin etmek için somut bir temel verebilir.

Öyle ise orta vadede yoksul, yoksun, eğitimsiz bir yığın bekliyor dünyayı ve tabiki memleketi. Öyle ki içinde yaşadıkları koşulları kendi kendilerine değiştirebilme olanakları dahi olmayacak. Büyük çoğunluğu o koşulları kader diye nitelemeden başka çare bulamayarak kehanetlere daha da yatkınlaşacak.

Varkalım tehdidi karşısında insan türünün kendini mi yoksa türünü mü kurtarmaya öncelik vereceği tartışması vardır. Kimileri varkalım tehdidinde insanın kendini kurtarmayı önceleyeceğini iddia ederler ve yeri gelince “damadını bile gözden çıkarabildiğini” örnek olarak gösterirler.

Oysa antropoloji, evrim ve tarih çalışmaları bize insan türünün, türün varkalımını kendi varkalımına yeğlediğini gösteren sayısız bilgi/kanıt ile doludur. İnsan “ya hep beraber ya hiçbirimiz”le insanlaşabilmiştir.

Yine geldik ahlaki seçime. Solculuk her şeyden önce haysiyetli bir eylemdir. Kendinden çok insanlığı düşünmektir. (devam edeceğim)