Hayran kültürünün azimli şakşakçıları kızmazsa şayet Hülya Avşar’ı bu denli ciddiye almayın derim, bırakın söylenecek olanı Nazım Hikmet söylesin: “Açlık ordusu yürüyor, yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için, hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor, yürüyor ayakları kan içinde.”

2021 normal, bence biz geri zekâlıyız!

ALPER TURGUT

Hah! Yıl dediğin ne çabuk açıp soldu, geldi mi yine pek kıymetli sene-i devriye. Hay bin lanet olsun sana ey 2021, ne çok çektik senden, alıp götürdün, kopartıp söktün iyiye dair son kalanları da diyecektir yine birileri, bu malum! Zavallı yıldönümleri, ne hikmetse bariyer görevi görür zihinlerimizde, o kapı gibi açılacak ve bizler geçeceğiz usulca, tüm kötülükler, bütün pislikler böylelikle ardımızda kalacak. Ağır yükleri indirdik ya bir bir sırtımızdan, artık gelecek yıla sadece umut ve bir de mutluluk taşınacak. Ah! Çok çocukça, çok.

Yani diyeceğim o ki, 2022’nin kredisi de çok erken bitecek, en ufak bir sorun yaşamaya görsün insan. Onca güzelleme, anında kahretme ile yer değiştirecek. Bakın yazıyorum buraya, beşer illa ilenecek, yine ve yeniden 365 güne bilenecek. Kendimizin hiçbir suçu yok çünkü başımıza gelen aptalca şeyler, hep uğursuz yılların eseri, hem nedense bu tekinsiz seneler peşi sıra gelirler. Misal 2018 kötüydü, 2019 keza öyleydi, 2020 tam bir belaydı. Ya ya, değil mi ama?

Merak ediyorum, sene 1347’nin sonunda insanlar, kara veba salgının suçunu, garibim yıla yüklemişler miydi veya 1917’de kolera, 1918’de de İspanyol gribinin sebebi, dünyanın güneşin etrafında dönme süresi miydi? Zaytung haberinde, pilavcı diyordu ya, pilav normal, bence siz geri zekâlısınız diye. Aynı hesap! Aman neyse boş verin, bu asri çağda bile hâlâ Noel Baba’nın hediye getireceğine inanan masum bebeler kadar, onun başka dini özendirdiğini, sevimli bir masaldan ziyade, büyük bir günahın eseri olduğunu savunan koca koca yetişkinler var. Zaten her akıllara zarar bir sorun doğduğunda, gerçek din bu değil diyorlar, gerçeğin ne olduğunu da tam olarak bilmiyorlar. Biz çıldırdığımızla kalıyoruz. İçimizdeki ne varsa kusamadan, lafı gediğine cuk diye oturtamadan. Vah! İşte bazı belli kitleler, geçmişimiz kadar geleceğimizi de kilitliyor. Israrla, inatla, resmen abanarak, izahla, mizahla açıklanacak şeyler değil, gerçekten değil! Her şeyi komediye çevirmek, üstüne düşünmeye yol açmıyor, salt mevzuları sulandırmaya yarıyor bu coğrafyada. Dövizin inanılmaz yükselişinde suspus kalanların, hafif inişinde hunharca coşmasının nasıl düzgün, tutarlı ve insaflı bir açıklaması olabilir ki? Nasıl yaşayacağımızı, yoklukla nasıl başa çıkacağımızı, kemerimizi nasıl sıkacağımızı bize tembihleyenlerin alayının tuzunun kuru olması, şans eseri midir sizce? Doymak bilmeyen az yiyelim diyor ötekine, tok olan aç kalana simit yemesini öneriyor. Hayran kültürünün azimli şakşakçıları kızmazsa şayet Hülya Avşar’ı bu denli ciddiye almayın derim, bırakın söylenecek olanı Nazım Hikmet söylesin: “Açlık ordusu yürüyor, yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için, hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor, yürüyor ayakları kan içinde.”

Sanatçı mevzusu, fan meselesi, tek memleketimizin değil, yekpare yerkürenin sorunudur, sanalın hükümranlığında, sosyal medya asrında. Herkes her şeyleşiyor, her şey herkesleşiyor mütemadiyen, özgünlük desen resmen uzak ara hiçbir şey. Pespayelik değerli, manevi ucuzluk kıymetli, bol filtre önemli. Olmadığın şeyi oldurma çabası saygı görüyor, felsefi yoksunluk ilgi çekiyor. İnanın, içeriğin en ufak bir ederi yok, süsün ise ehemmiyeti çok! Tam da bu yüzden isimlere değil, yarattığımız kafasız cisme yoğunlaşalım. Ziyadesiyle hak ediyoruz bir bakıma, derinliği, inceliği, katmanları, şiirselliği, hasletleri, amansız bir hoyratlığa teslim ettiğimiz için, bilesiniz.

SİNEMANIN BÜYÜSÜ MİLENYUMA ULAŞMADI

Canım sinema, kanımca 1990’larda söyleyecek son sözünü de tüketti, milenyuma ulaşmayı beceremedi diyorum, çok kez söyledim bunu, evet, biz büyümüzü, çoktan kaybettik. Her izlediğim filmde, her beklentimde, bu beni yamultmaz dediğim usta yönetmenlerin işlerinde, bu yine ve yeniden dank ediyor. Ne yazık ki. İşte The Matrix Resurrections, sinemaseverler, coşkuyla, tutkuyla, ateşli bir sabırla gözlüyordu yolunu. Uzun bir aradan sonra, başımıza güzel bir şey gelecekmişçesine, öyle içli, hisli, sevinçli. Sinema salonunda yüzümde maskeyle film izlemek, telefonumu altın renkli bir kılıfa soktuklarını görmek bile keyfimi kaçırmadı, okuduklarıma, duyduklarıma da aldırmadım, hep dördüncü Matrix ne kadar kötü olabilir ki sorusu aklımdaydı, jenerik yavaş yavaş akarken dahi.

Sonra hayli karikatürize bir yapıt çıktı karşıma, 1999’daki ilk filmin gölgesi bile olamazdı bu, yani teknoloji bunca yılda gelişmişken, bu kadar gerilemek mümkün değildi. Filmin herhangi bir öğretiyi, felsefeyi, perspektifi geçtim, laf kalabalığı haricinde söyleyecek sözünün olmaması, harbi acıklıydı, son kerte. Heyecan yoktu, acemilik çoktu, aslında ortada bir film yoktu. Tüm suçu Matrix’in üstüne yıkmayalım elbette, neredeyse seyrettiğimiz hemen her film böyle. Kimi görsele yaslanıyor, kimi yeniden çevrimlerden medet umuyor, kimi çizgi romanları didik didik ediyor, bundan bana mama çıkar mı diyerek. Tutmuş bir projeyse öncülünü ardılını çekiyorlar, durmadan, tam gaz! Hatta tutmuş karakteri ayıklıyorlar, buradan yürüyelim, itinayla beslenelim ezberini bozmayarak. Tutkunu olduğumuz sinema, arada bağımsız yapıtlarla sevdamızı kısmen diri tutuyor, tamamen gömmeyelim. Lakin kalbimizi çarptıran, bizi sarıp sarmalayan, aklımızı oyalayan sinema, çoktandır kayıplarda.

Son olarak, Aksaray’da küçücük çocuğa saldıran gaddar öğretmeni görünce, kendi öğrencilik anılarım depreşti. Bizim nesil ve birçok nesil, akıllı telefonlara, kameralara, teknolojik imkânlara ve her şeyden önemlisi kendi velilerimizin aklına, mantığına, vicdanına sahip değildik. Sıra dayakları, kafalardan seken suluklar, beslenme çantasını silah olarak kullanan hocalar, favorilerden tutup çekme, kulakları çekme, saçları çekme, küçük yanaklar büyük tokatlar, tekmeler, yumruklar, minik avuçlarda kırılan cetveller, ceza merkezli sistem, merhametsiz eti senin kemiği benim tiradı. Biz niye böyle sürekli saçmalıyoruz, hep travma yaşıyoruz, aslında besbelli. Genelleme yapmasam da birçok öğretmen adlı psikopat manyak, hepimizi darmadağın etmiş. Eğitim ve öğretimmiş, hadi lan oradan. Hakkınızı arayın çocuklar, hakkınızı arayın. Herkese iyi seneler!