Tüm dünyada ülkeler içinde emeğin payı azalır sermayeninki artarken ülkeler arasındaki gelir farkı açılıyor. Sanayi üretimi yoğunlukla Küresel Güney’den Küresel Kuzey’e aktarıldığı halde, bu ülkelerde paralel gelir ve refah artışı gözlenmiyor.

2022’de de dünya umurumuzdaydı
Fotoğraf: AA

2022’de dünya nüfusu 8 milyarı aştı. Covid pandemisinden yaşamını kaybedenlerin sayısı 7 milyona ulaştı. Eşitsizliklerin derinleştiği, enflasyonun küresel bir sorun olarak özellikle emekçilerin satın alma gücünü erozyona uğrattığı, Rusya’nın Ukrayna işgaliyle savaşın çirkin yüzünü bir kez daha gösterdiği bir yılı geride bıraktık.

Ukrayna Savaşında Ufukta Çözüm Umudu Görünmüyor

Biden, ABD öncülüğünde NATO etrafında örgütlenen emperyalist ittifakı toparlamayı, Avrupa’yı komutası altına sokmayı başardı. Çin ile yürüttüğü küresel hegemonya mücadelesini yarı iletkenler üzerinden teknoloji alanına da taşıdı. 21. Yüzyılın petrolü olarak adlandırılan yarı iletkenlerde Çin’e ambargo uygulayarak, rakibinin hem ekonomik, hem de askeri gelişimini boğmayı amaçlıyor. Ayrıca Tayvan gerilimini tırmandırarak Çin’i savaş sahnesine çekmek için elinden geleni ardına koymuyor. Tayvan 2023’te de hem jeopolitik anlamda, hem de dünyanın yarı iletkenler alanında öncü firması TSMC’yi de barındırdığı için teknoloji ve ekonomik rekabet düzleminde kritik bir rol oynamaya aday görünüyor.

Rusya-Ukrayna savaşı her iki tarafa da ciddi insani ve özellikle altyapıya dayalı ekonomik kayıplar vererek sürüyor. Kremlin umduğu net zaferi kazanamamanın hayal kırıklığıyla zaman zaman nükleer savaş kozunu dahi gündeme getiriyor. Pentagon ise giderek daha gelişmiş silahlar ikmali yaparak, Zelensky’i çatışmayı derinleştirmek için yüreklendirerek bir barış istemediğini açıkça ortaya koyuyor.

Rusya ekonomisinde ani bir çöküş görülmese de halkın yaşam standartları giderek geriliyor, vatandaşların hoşnutsuzluğu artıyor. Benzer şekilde milyonlarca Ukraynalı ya çeşitli Avrupa ülkelerinde zor koşullarda ucuz emek gücü olarak kullanılıyor, ya da kendi ülkesinde yer değiştirmek zorunda bırakıldığı için evlerinden uzakta yoksullukla cebelleşiyor.

Savaştan en hoşnut olanlar ise Amerikan silah tüccarları. NATO’ya yoğun silah satışları sayesinde silah endüstrisi şirketlerinin hisseleri rekor üstüne rekor kırıyor. ABD, Rusya ve Ukrayna sınır bölgesine 2. Dünya Savaşından bu yana görülen en büyük yığınağı yapmış durumda. Rusya’nın askerlerinin geri çekilmesi, ancak Ukrayna’nın askeri anlamda tarafsız bir ülke kabul edilmesi, Donbas bölgesinin kültürel ve yönetsel özerkliğinin sağlanması şeklindeki en akılcı çözümün uygulanmasından, Minsk Anlaşması’ndan yana bir uluslararası inisiyatif ortaya çıkmıyor. Öte yandan, Rusya ile mesafeli bir ittifak içinde bulunan Çin bir yana bırakılsa dahi, ABD’nin “orta büyüklükteki güçler” diye adlandırılan Türkiye dahil Hindistan, Suudi Arabistan, Endonezya, Güney Afrika gibi ülkeleri tam olarak saflarına çekemediği görülüyor.

Ekonomik Durgunluk Tehlikesi Tüm Coğrafyaları Etkiliyor

Bu arada Çin Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nde partinin kendi teamüllerine de aykırı olarak Şi Jinping üçüncü kez Genel Sekreterlik görevine getirildi. Çin ekonomisinde ciddi bir yavaşlama görülüyor, 2022’de büyümenin %3 civarına düşmesi bekleniyor. İnşaat sektöründeki kriz sürüyor, milyonlarca satılamayan ev bulunuyor. Ekonomik kaygılarla büyük bir disiplinle uygulanan Covid önlemleri aniden gevşetildi. Çin aşılarının etkisizliği de hatırlanırsa, önümüzdeki dönemde salgın kaynaklı önemli bir insani kayıptan endişe duyuluyor.

Avrupa’da yüksek enerji ve gıda fiyatları enflasyonu yukarı çektiği gibi, ekonomik durgunluğa da yol açıyor. Önümüzdeki yıl avro bölgesi büyümesi %0,5’e kadar çekildi. Turizmin canlanmasıyla biraz nefes alan güney ülkeleri dışında, kıta Avrupa’sında ekonomik yavaşlama daha yakından hissediliyor. İngiltere’de ise ağır bir rejim krizi yaşanıyor. Brexit sonrası İngiltere imalat sanayinin ağır bir yara almasının yanı sıra Londra’nın küresel bir finans merkezi olarak konumunun sarsılmasının olumsuz sonuçları da ortaya çıkıyor. Muhafazakâr partili başbakanlar ne toplumda ne de kendi partilerinde inandırıcılık sağlayamadıkları için birbiri ardına devriliyor.

Çeşitli Avrupa ülkelerinde de aşırı sağ, faşizme eğilimli partilerin yükselişine tanık oluyoruz. Bunun en çarpıcı örneği İtalya’da Giorgia Melloni’nin liderliğinde İtalya’nın Biraderleri Partisi’nin Eylül genel seçimlerinde kazanması, kendisinin de başbakanlık koltuğuna oturması oldu. Ondan kısa önce de aşırı milliyetçi İsveç Demokratları asayiş ve göçmenler temalarını kullanarak genel seçimde %20,5 oy toplamıştı. Merkez sağ hükümeti dışarıdan destekliyorlar, temel politikalarda kilit rol oynuyorlar. 2023 başında İsveç’in ABD’nin dönüşümlü başkanlığını üstlenmesiyle ırkçı partinin göçmen politikalarında daha da sertleşme için ağırlığını koyması bekleniyor. Macaristan, Polonya ve Slovenya’da ise otoriter sağ liderler medyayı baskı altına alıyor, kuvvetler ayrılığı ilkelerini zorlayarak yasama ve yargıyı zayıflatıyor, burjuva demokrasisi normlarını çiğniyor.

Genel olarak AB ülkelerinde yaşam standartlarının iyiye gitmemesi, neoliberal ekonomi politikalarının sosyal programları iğdiş etmesi halkın hoşnutsuzluğunu artırıyor. Sorunların kapitalist sistemden değil de, azınlıklardan, göçmenlerden kaynaklandığı iddiasıyla propaganda yapan aşırı sağ, sağ popülist partiler ayrıcalıklarını yitirdiğine inanan orta sınıftan, bir zamanlar sol/sosyalist partilerin doğal destekçisi kabul edilen mavi yakalılardan da destek buluyor. ABD’de ara seçimde Trump’ın beklenen sıçramayı yapamaması, Cumhuriyetçilerin Senato’da çoğunluğu ele geçirememesi şimdilik aşırı sağ, reaksiyoner akımların yükselişine set çekmiş görünüyor. Bunda Siyah Yaşamları Değerlidir hareketinin ve anti-faşist eylemlerin de önemli rolü bulunuyor.

Sol açısından umudun, heyecanın, ilhamın adresi yine Latin Amerika oldu. Dayandıkları sosyal taban ve oluşturdukları koalisyonlar farklılık gösterse de, değişik renkleri ve tonlarıyla bölgenin 7 büyük ülkesinde de sol yönetimler göreve geldiler. Gelgelelim Peru’da Başkan Pedro’nun devrilmesiyle ağır bir politik kriz yaşanıyor. Şili’de de ilerici anayasanın reddedilmesi Cumhurbaşkanı Boriç’in sol politikalardan geri adım atmasını getirdi.

Halkın En Büyük Derdi Hayat Pahalılığı

Yapılan kamuoyu araştırmaları, dünyanın hemen her yerinde halk kitlelerinin en büyük sorununun hayat pahalılığı olduğunu gösteriyor. Pandeminin tedarik zincirlerinde yarattığı aksamaların giderilememesi, ABD’nin Çin’i tecrit etme stratejisinin davet ettiği “dost” ülkelere yönelme telkininin maliyetleri yukarı çekmesinin yanı sıra Rusya-Ukrayna savaşının tahıl sevkiyatını aksatması ve enerji arzını sıçratması fiyatları yukarı çekiyor. Dünyayı iki ayrı ekonomik ve teknolojik bölgeye ayırma sevdası “pahalıya” patlıyor. Gıda ve emtiada finansal spekülasyonun yaygınlaşması da yangına benzin döküyor.

Yüksek gıda fiyatlarının yanı sıra, Amerikan dolarının da yüksek seyri gıda ithalatçısı yoksul ülkeler için ikili bir yük oluşturuyor. Bu da açlık, yoksulluk, yetersiz beslenme sorunlarının ağırlaşmasına yol açıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın gelir, eğitim ve sağlık üzerinden hesapladığı İnsani Kalkınma Endeksi iki yıldır arka arkaya gerileme gösteriyor. Böylelikle insanlığın kazanımlarının geriye gittiği kritik bir dönemden geçtiğimiz görülüyor.

Emekçi Mücadeleleri de Yükseliyor

Emekçiler de kayıplarını gidermek için, Covid’in emek arzını kısıtlamasının getirdiği pazarlık gücü avantajını da kullanarak hak mücadelelerini yükseltiyorlar. Merkez Bankaları Amerikan Merkez Bankası FED öncülüğünde faizleri yükselterek, ekonomik durgunluk ve işsizlik pahasına enflasyonu dizginleme adımlarını sıklaştırıyorlar. Bir yandan da, ücret-fiyat sarmalı korkusunu yayarak reel ücretleri düşürme hamlesine destek sunuyorlar. Tüm bunlara karşın emek gelirleri enflasyonun altında kalmaya devam ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre toplam emek gelirlerinin düşüşünün en önemli kaynağı istihdam kayıpları. Düşük ücretli işlerde ve kayıt dışı ekonomide çalışanlar ile kadınların bu süreçten en fazla zarar gördükleri ortaya çıkıyor. Bu arada başta enerji devleri gelmek üzere büyük şirketlerin karlarını aşırı oranda artırmaları dikkat çekiyor.

2022 işçi eylemlerinin de yaygınlaştığı bir yıl oldu. ABD’de grevlerin %45 arttığı gözlendi. Starbucks ve New York Times çalışanlarının grevleri dikkat çekti. Amazon depolarında sendikalaşma çabaları meyvelerini verdi. İngiltere’de sağlık, demiryolu ve posta çalışanlarının eylemleri gerçekleşti. Eğitim sektöründe de gerek okullarda ve gerekse üniversitelerde direnişler yaygınlaştı.

Tüm dünyada hem ülkeler içinde emeğin payı azalır sermayenin ki artarken, hem de ülkeler arasındaki gelir farkları açılıyor. Sanayi üretimi yoğunlukla Küresel Güney’den Küresel Kuzey’e aktarıldığı halde, bu ülkelerde paralel bir gelir ve refah artışı gözlenmiyor. Üstüne üstlük çevre kirlenmesi yükü Güney coğrafyasına yıkılmış oluyor. BM’ye göre 2022’de aşırı yoksulluk içinde yaşayanların sayısı 75 ila 95 milyon arasında sıçrama gösterecek. Yükselen faizler ayrıca yoksul ülkelerin dış borç yükünü ağırlaştırıyor, borç ödeme sorunu yaşama olasılıklarını artırıyor.

Sizlere iç açıcı bir 2022 tablosu çizemediğimin farkındayım. Yine de 2023’ün savaşların ve çatışmaların azaldığı, sosyal adaletsizliklerin törpülendiği, ekolojik tahribin yavaşladığı, insanlık için daha iyi bir gelecek umutlarının canlandığı bir yıl olması umudunu koruyorum.