2022, seçim gündemi gölgesinde dış politika
Fotoğraf: AA

Dr. Hande Orhon ÖZDAĞ

2022 Türk dış politikası açısından hayli hareketli geçti. 2022 yılına Erdoğan yönetiminin 2023 seçimlerine hazırlanırken dış politikadan bir seçim avantajı edinmek çabası damga vurdu. Giderek derinleşen ekonomik kriz, acil sıcak para ve müttefik bulma ihtiyacı 2022 dış politika hamlelerinin temel belirleyenleri arasındaydı.

KADİM DOSTTAN GÜVENİLMEZ MÜTTEFİKE: 2022’DE DE BATI’YLA SORUNLAR ÇÖZÜLMEDİ

AKP’nin Türkiye’de iktidar oluşu, Batı desteğinden bağımsız düşünülemezse de 2015’ten itibaren sorunlar giderek daha fazla görünür hale gelmişti. O zamandan bugüne, ilişkilerde konjonktürel düzelmeler görülse de olumsuz seyir ivmelenerek devam etti. Artık yekpare bir Batı’nın varlığı bile tartışmalı olsa da Erdoğan yönetiminin “Batı”nın önemli temsilcileri olan ABD, AB ve NATO’yla ilişkilerindeki sorunlar giderek arttı. Türkiye 2022’de de ne parasını ödediği F-35’leri ne de yerine geçebilecek bir askeri teçhizatı alabildi; Biden-Erdoğan görüşmeleri uluslararası platformların koridorlarına sıkışmış durumda; ABD, Yunanistan’ı silahlandırmaya, PKK-YPG’ye her tür desteği vermeye devam etti. AB ile müzakere sürecinde ilerleme olmadığı gibi 2016’da bir kez daha e vaat edilen vize serbestisi konusunda da bir gelişme yaşanmış değil. Türkiye, ayrıca 2022’de NATO’nun gözünde İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini şarta bağlayarak genişlemeyi baltalayan ülke oldu.

YALNIZLIK O KADAR DA “DEĞERLİ” DEĞİLMİŞ!

Bir zamanlar “değerli” olan yalnızlığın seçim arifesinde pek de değerli olmadığı bir kez daha fark edildi. Türkiye’nin sıfır sorundan sıfır müttefike evrildiği dış politika serüveninde bir süredir sinyalleri verilen “normalleşme” girişimleri 2022 yılının en önemli dış politika başlıklarındandı. Ermenistan, Körfez Ülkeleri, Mısır, Suriye gibi ülkelerle ilişkileri düzeltme çabası gündemde önemli yer tuttu. Bu bağlamda en önemli gelişme ise İsrail’e yeniden büyükelçi atanmasıydı. Ancak uzun süredir savrulmakta olan dış politikayı bir rotaya sokmanın pek de kolay olmadığı görüldü. Dış politik hafıza hiçbir ülkede bizdeki kadar zayıf olmadığından olsa gerek normalleşme Erdoğan’ın beklediği hızla sonuçlanmadı. Körfez ülkeleriyle ilişkiler ekonomik çıkara indirgenirken Kaşıkçı davası sessiz sedasız Suudi Arabistan’a devredildi. Mısır ve Suriye ise çok belli ki, 2023 seçimlerini görmeden somut adım atmayı çıkarlarına aykırı buluyor.

ULUSAL ÇIKARLAR KONUSUNDA MÜZAKERE GÜCÜ AZALDI

Batı’nın Türkiye’nin hem PKK’ya hem de FETÖ’ye karşı mücadelesinde destek vermediği gibi uzun zamandır köstek olduğu herkesin malumu. Bu, Batı açısından Türkiye’nin gerçek bir müttefik olarak algılanmadığının en temel göstergesi. Elbette, bu konuda geçmişte ne kadar samimi olunduğu tartışmaya pek açık. Ancak artık terör örgütlerine verilen destek gizlenme gereği bile duyulmuyor. Öyle ki NATO genişlemesi gibi ciddi bir konuda bile Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’yla yapılan mutabakattan beklentileri karşılanmadı. Öte yandan Türkiye, terörle mücadelede Rusya-İran-Suriye cephesinden de beklediği desteği alamıyor. Erdoğan iktidarına desteği bariz olan Putin bile Suriye’ye müdahale konusunda Erdoğan’a istediğini vermedi. Bu, 20 yılda Türkiye’nin “ulusal çıkarları” konusunda müzakere gücünün ne kadar zayıfladığının, dış ilişkilerin gündelik siyasal çıkarlara göre şekillendirilmesinin ne denli ağır sonuçlarının olduğunu gösteriyor.

UKRAYNA KRİZİ “DENGE” Mİ, “YARANMA” MI?

Ukrayna krizi gerek jeopolitik konumu gerekse de dış politik bocalamaları nedeniyle Türkiye’nin 2022 yılındaki en önemli sınavlarındandı. Türkiye bir yandan Rusya’yı “işgalci” olarak niteleyip Batılı aktörler ve kurumlarla birlikte kınarken, diğer yandan Rusya’ya karşı ABD ve AB’nin yaptırımlarına katılmadı. Türkiye’nin Ukrayna krizindeki tutumu denge politikası olarak nitelense de aslında daha ziyade ekonomik saiklerin ağır bastığı bir pragmatik yaranma politikası gibi görünüyor. Erdoğan yönetimi, Ukrayna’ya siyasi destek vererek ve Tahıl Koridoru Anlaşması’ndaki gibi diplomatik girişimleriyle “Batılı” aktörlere hala “önemli” bir müttefik olma potansiyeli taşıdığının sinyalini verirken; Ukrayna’ya SİHA-İHA satışlarıyla ekonomik kazancını artırma peşine düşmüş gibi duruyor. Öte yandan önde gelen Avrupa ekonomilerinin bile durumu belliyken derin bir kriz içindeki Türk ekonomisinin Rusya’ya yapılan yaptırımlara katılmanın yükünü zaten taşıyamayacağı ortada. Ayrıca, Erdoğan yönetimi, ithalatının yarıya yakınını Rusya’ya bağladığı ucuz enerjinin nimetlerinden yararlanmak istiyor. Bu seçim öncesi ve kış aylarında Erdoğan yönetimine taze kan verirken, aslında pamuk ipliğine bağlı olan Rusya’nın siyasal desteğini sürdürme olanağı da sağlıyor.

İşin özü, tüm hazırlıklar seçimlere yönelse de Türkiye’nin işi giderek daha da zorlaştı. Olası bir iktidar değişiminde, yeni yönetimin Türkiye’yi, güvenilir, sözüne riayet edilebilir ve diyalog kurulabilir bir aktör olarak kabul ettirme, dış politikayı iktidar mücadelesi dışında amacı olan bir rotaya oturtma konusunda yoğun mesai harcaması gerekecek gibi duruyor.