Senenin en beğendiğim filmlerinden sonra bu hafta, yılın bu son gününde 2022 filmlerinin en derinlerini, en patlamış mısırlıklarını, en gerenlerini yazdım.

2022 yılının en iyi filmleri
Hustle

Yarın yeni yılın ilk günü. Dünya ve bireyler için çok önemli bir sene olacağı enerjisi kendini hissettiriyor. Hikâyemizdeki anagnorisis ve peripeteiaya hazır olun derim.

Bir şeyler dönüşüyor. Bu döngü içerisinde şunu hatırlamakta fayda var; bir zamanlar olan, bugünün ne olduğunu tanımlamıyor. Örneğin 20’nci yüzyıl başlarında Arjantin dünyanın en zengin uluslarından biriydi, bugünün Türkiye’si için her şey değişebilir ve yeniden tanımlanabilir. Kendimiz için ise, bazen bizi bekleyen hayata sahip olmak için planladığımız hayattan vazgeçebilmemiz gerekli. Yeni yıldan ilk dileğim Türkiye’deki sokak hayvanlarının bir an önce refahlarının yükseltilmesi ve daha önemlisi daha çok insanın tabaklarından hayvanları çıkarması ve böylece geleceğin etik ve ekolojik olarak kaçınılmaz şekilde şart koşacağı gerçekleri erkenden yakalayabilmeleri. Geçen hafta bu yıl içerisinde izlediğim filmler arasından benim için öne çıkan ve ödül sezonunda adaylıklarını duyacağıma inandığım beş filmi sizlerle paylaşmıştım. Bunlar, Charlotte Wells’den “Aftersun”, Marie Kreutzer’den “Corsage”, Martin McDonagh’nın “The Banshees of Inisherin”, Baz Luhrmann’dan “Elvis” ve Joseph Kosinski’den “Top Gun: Maverick” filmleriydi. Şimdi listeyi biraz daha genişletelim ve 2022 yılının en iyilerinden bahsetmeye devam edelim.

Compartment No. 6Compartment No. 6

SENENİN EN DERİNLERİ

Fin yönetmen Juho Kuosmanen’in Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan “Compartment No. 6” filmi senenin en derin filmlerindendi. Rus maden işçisi Ljoha ile ondan entelektüel olarak üstün olmaktan keyif alan Laura’nın yaşadıklarını, bir tür bağ ve sevgi olarak değerlendirmiştim. Filmin son sözü beni pek tatmin etmemiş olsa da başarılı bir film olarak aklımda kalmıştı. Şilili yönetmen Sebastián Lelio’nun son filmi ”The Wonder”, İrlanda’da 1845 ve 1852 yıllarında gerçekleşen, yaklaşık bir milyon kişinin ölümü ve göç etmesiyle sonuçlanan kitlesel Gorta Mór’un hemen ardından gelen bir zaman diliminde geçmekteydi. Kasvetli, o döneme ait sıradanlıkta durabilen mükemmel sinematografisi, hikâyenin inandırıcılığı, yönetmenin özgün tarzı, oyunculukların harikalığı ile ilk saniyesinden itibaren mıknatıs gibi kendisine bağlayan bir filmdi. Kristoffer Borgli’nin “Sick of Myself” filmi senenin izlerken en rahatsız edeni oldu. Yunan Yeni Dalgası’nın iyi örneklerinden olan “Pity” filmine yakın duran bu film, hikâyesinin katalizör ögesini çok daha irite edici bir yerden seçmiş. Sanatçı sevgilisi ve çevresinin yani herkesin ilgisini yakalamak için bilerek kendini sürekli hasta eden Signe’nin üzerinden popüler olma, rekabet, yalan, kötülük, sağlıksız ilişkilerle ilgili bugüne ait duran bir yapımdı.

Sick of MyselfSick of Myself

SENENİN EN PATLAMIŞ MISIRLIKLARI

Yönetmen Matt Reeves “The Batman”inde suç ve suçluyla savaşının ikinci yılındaki Batman’i, Gotham şehrindeki yozlaşmanın kendi ailesiyle nasıl bağlantılı olabileceğini araştırırken, Bulmacacı (Riddler) isimli seri katilin peşinde izledik. Batman’in özünden yola çıkarak bu efsaneyi daha gerçek bir dünyada var etmeyi başarmıştı film. Aslında yeniden bir başlangıç hikâyesi anlatıldı bizlere. Bu da filmi önceki Batman filmlerinden oldukça farklı bir yere konumlandırıyor. Bu noir türüne yakın filmdeki Batman’i ben çok sevdim. Ataerkil mitlere karşı “The Woman King” sonsuz güce sahip erkek egemen tarihsel zaferlerin anlatısına ve erkek süper kahramanlar ile donatılmış popüler kültüre karşı sert bir ses çıkarmıştı. “Avatar 2”, Sully Ailesi’nin birbirlerini koruyarak hayatta kalma mücadelelerini anlattı bizlere ve hikâyesini, sinematografisini ormanlardan sonra okyanuslara açarak bizleri yepyeni mükemmel bir dünyaya geçirdi. İnsanları kapitalist sömürgeciliğe karşı olmaya davet eden Avatar 2, çevreciliği filmin her aşamasına tam anlamıyla entegre etmişti. Dünya çapında en yüksek gişe hasılatı rekorunu elinde tutmayı başaran güçlü bir çevresel mesaja sahip tek film hâlâ Avatar. Üstelik yönetmeni Cameron da on senedir vegan. Spor türünde senenin en başarılı filmi, yönetmen Jeremiah Zarar’ın “Hustle” isimli filmi oldu. Yönetmenin basketbol sinematografi sanatını yeniden icat ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Sinema ve basketbolun, Adam Sandler’ın kutsalları olduğunu bilmeyen zaten kalmamıştır. Hikâyenin gerçekleşebilen bir rüya gibi hissettirmesini bu iki isme borçluyuz. İyi çekilmiş ve anlatılmış spor filmleri seyirciyi eğlendirir, onları heyecanlandırır, azim ile adalet duygusunu zirveye taşıyarak izleyiciye umut verir. O yüzden ben bu filmi sevdim.

Barbarian

SENENİN EN GERENLERİ

2022’nin en başarılı filmlerinden biri bana kalırsa “Barbarian” idi. Öfkelendiğimiz adilerin, şerefsizlerin, içimize korku yerleştirenlerin ve özgüvenimizi sarsan toksik erkeklerin suratına kapıyı öyle sert vurdu ki bu film, içimize su serpildi adeta. Yönetmen Zach Cregger’in, filmin hikâyesini yarı yolda sürpriz şekilde değiştirerek aslında korkulması gerekenin çok daha büyük bir şey olduğunu göstermesi korku türü için çok orijinal ve riskliydi. Film son perdesindeki zirve anda, hâlâ meseleyi anlamamış geri zekalılara ise ‘durum tam da budur’ diyerek akıllarda kalıcı bir final yaşattı. Gizemli ismi ‘X’i, ‘X-rated’ ibaresinden alan bu film, Ti West’in yirmi yıllık durmadan çalışmasının doruk noktasına ait bir yapımdı. Jordan Peele’in “Nope” filminde, bir şeyleri ima eden anlar oldukça fazlaydı. Bu yüzden izleyenlerin filmin ne hakkında olduğuna dair farklı görüşleri oldu. Filmleri merakla beklenen bir yönetmen olmak, Get Out ve Us filmlerinde yarattığı şok etkilerini sürdürmeye çalışmak hayli zor olsa gerek.