2022’ye pandemiyi kısmen arkamıza alarak girdik. Bir ay geçmeden Soğuk Savaş sonrası dönemin 11 Eylül 2001 dönemecinden sonraki en büyük kırılması yaşandı: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali başladı. Birkaç haftada tamamlanacağı düşünülen askerî harekât bütün yıl boyunca devam etti ve belli ki 2023’ün de ana uluslararası gündemi olacak. Üstelik Ukrayna’daki sıcak cephenin yanında Baltıklar, Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Asya cephelerini de konuşmak durumunda kalacağız gibi görünüyor. Taktik nükleer silahların bile kullanılmasının gündemde olduğu düşünüldüğünde, 2023 derken, büyük ve riskli bir dönemeçten bahsediyoruz.

2023 Türkiye ve Türk dış siyaseti açısından da büyük bir dönemeç olacak: Cumhuriyet’in 100’üncü yılında 21 yılın dolduracak olan AKP ve Erdoğan siyasetini oylayacağız. Artık yeter diyenler 2023’ün ikinci yarısıyla Cumhuriyet’e yeni bir sayfa mı açacak, yoksa 20 yıllık pratiğine bakarak söyleyebileceğimiz üzere, AKP içerde Türkiye toplumunu daha fazla kutuplaştırıp, dışarda komşularıyla daha düşmanlaştırmaya devam mı edecek?

Türk dış siyasetinin zikzaklarını izlemekten yorulduğumuz AKP’li yıllardan en çok da son 2 yılın zikzakları dikkat çekici bir geri çekilmeye işaret ediyor. Bir önceki yılın hararetli Mavi Vatan deniz manevraları yerini meşhur “istikşafı görüşmeler”e bırakırken, 10 yıla yaklaşan gergin Kahire ilişkilerinde yumuşama/ normalle çabalarına sahne oldu. Bir önceki yıla oranla Yunanistan’la daha az gerilim, Mısır’la normalleşme açıklamaları, Avrupa Birliği ile de kaldığımız yerden yeni bir sayfa açma iradesi beyanıyla pekiştirildi.

Birleşik Arap Emirlikleri ile bir yıl önce normalleşen ilişkiler, geçtiğimiz yılbaşı arifesinde Ermenistan’a doğrudan temsilci atama kararı ile ve hemen ardından “İslam Ülkeleri Hahamlar İttifakı” temsilcilerini Saray’da ağırlama adımları İsrail ile diplomatik ilişkilerin eski normale dönmesi ile birlikte düşünüldüğünde, Ankara’nın son yıllarını geçmiş yıllara oranla daha fazla dost kazanmaya hasrettiği ileri sürülebilir. Ancak bu tür açıklamaların ilk olmadığı, 20 yıllık AKP iktidarında, örneğin 2016’nın nisan ayında olduğu gibi, “çok dost, az düşman” konsepti ile yeni bir çerçeveye geçildiği ifade edilip sadece birkaç ay sonra tam tersi yönde adımlar atıldığı düşünüldüğünde konuya şüphe ile yaklaşmakta büyük yarar var.

Sisi ile tokalaşmadan daha fazlasının konuşulmaya başlanması, Rabia işaretli heykellerin AKP’li belediyelerin depolarına taşınmasından daha büyük zigzag ise şüphesiz “Esad ile görüşürüz” açıklamalarıdır. 2022 boyunca Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı tekrarla bu konuda adım atmaya hazır olduğunu ifade ettiler. Ancak bu açıklamaların gereğinin yapılıp yapılmadığına baktığımızda yine bir AKP zikzak alanına baktığımızı hızla fark ediyoruz.

SEÇİM HAMLELERİ

2021 başında başlayan 2022 boyunca sürdürülen diplomatik hamleler, kalıcı ve sistematik bir diplomasiye öncelik verme tercihinden kaynaklanmıyor. İktidarın yavaş ama düzenli olarak oy kaybettiği şartlara ekonomik krizin derinleşmesi eklendiğinde ve üçüncü olarak da yakın dönemdeki pek çok zorlama dış politika adımının duvara çarparak geri geldiği şartlarda, çok dost kazanma iç siyasetteki sıkışmayı aşmak için dış basıncı dengeleme adımından daha fazlası değil.

2023’ün ilk ayları, seçim öncesi son dönemeç olarak, AKP iktidarının seçim merkezli dış siyaset adımları geliştireceği bir dönem olacaktır. Bu dönemde garantiye alınmış bazı dış hamleler, bu hamlelere yönelik basıncı azaltacak ilişki çeşitlendirmeleri ile şekillenecektir. Nerden mi biliyoruz? Niyet okuyarak değil elbette. 20 yıl, bir siyasi çizgiyi çözümlemek için uzun bir zaman dilimi.

Maliyetli kaynaklardan iç piyasaları rahatlatacak sıcak para akışı arayışları gibi dış siyasette de bazı başarı hikayelerine yer açılması gerekiyor. Erdoğan’ın son Soçi zirvesinde Putin’den Türkiye’nin İdlib’den çekilme takvimini 2023 sonlarına kadar uzatmasını rica etmiş olması yaygın konuşulan bir söylenti ve gerçek olması kuvvetle muhtemel. Ancak konunun bununla sınırlı olması mümkün değil. 2023 öncesi son yılların dış siyaset başarısızlıklarını görünmez kılmak ve yakalanacak kimi başarıları ise her gün manşetlerden vererek arşa yükseltmek bu yeni dönemin ana kurgusu olarak karşımıza çıkıyor.

Başta ekonomi olmak üzere ülkenin temel sorunlarını çözmekten ziyade karmaşıklaştıran Erdoğan yönetimi özellikle son yerel seçim başarısızlığı ile açığa çıkan gerileyişini bir imaj inşası ile düzeltme stratejisine yaslanmış görünüyor: Uzay programına start veriliyor, yerli araba bantta ilerliyor, İHA-SİHA’lar dünya pazarlarına kapış kapış satılıyor haberleri her Allah’ın günü manşetlere taşınıyor.

STRATEJİK DEĞİL GÜNDELİK KAZANÇ SİYASETİ

Keza son yıllardaki devlet başkanları düzeyindeki görüşmelerde, örneğin Biden-Erdoğan, Putin-Erdoğan görüşmelerinde, bakanlık yetkililerinin, hatta dışişleri bakanının dahi katılmadığı örnekler yaşanmaya başlandı. Bütün bunlar, devlet düzeyinde planlı bir faaliyet olarak sürdürülmesi gereken dış siyasetin, hükümet düzeyinde planlı bir faaliyet olmaktan bile çıktığını gösteriyor. Libya’dan Suriye politikasına, AB ile ilişkilerden, Mısır ve Yunanistan’la ilişkilere kadar pek çok ciddi başlıkta çok sık yaklaşım değiştirilmesini başka türlü açıklamak zor görünüyor.

YENİ DÖNEM DIŞ SİYASETİNİ KONUŞMAK!

Türkiye’nin yeni dönem dış siyasetini tam da buradan konuşmaya başlamak gerekir. Dış siyasetin şeffaflaştırılması yanında, stratejik yönelimi demokratik süreçlerin ürünü olarak bir (halkın iradesini temsil eden manada) bir devlet siyaseti haline getirilmeli. Bugün AKP’nin en sadık köşe yazarları, dış siyaset muharrirleri bile herhangi bir konuda ne bir öngörü ne bir hedef dile getirebilir durumdalar. Ancak “reis” konuşunca konuşan, o konuşmadığı zaman çok genel ve hamasi sözlerle konuları geçiştiren dış konumdadırlar. Başlarına bir şey gelmesin diye ağızlarını açmamak temel düstur olmuş durumda. Türkiye’nin iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de daha zor günler yaşayacağı bir dönem önümüzde duruyor. Bu sürece en geniş muhalefet cephesinin olabildiğince ortak dış siyaset hedefleri ile de müdahale etmesi gerekiyor.