AKP’nin sahip olduğu medya ağı veya dinsel kurum ve örgütlenmeler aracılığıyla yaratabileceği ideolojik yanılsamanın bir sınırı bulunmaktadır.

2023 seçimlerine gidilirken ekonomi ve seçmen tercihleri

FARUK ATAAY

2002’den bu yana beş genel seçim kazanarak 2023’e kadar iktidarda kalmayı garantilemiş olan AKP’nin, 2023 seçimlerine gidilirken ciddi oranda oy kaybetmeye başladığı ve seçimi kazanamamasının ciddi bir olasılık haline geldiği görülüyor. AKP’nin zayıflamasıyla seçim kazanma umudu beliren muhalefet cephesi ise 2023 seçimlerinde AKP’yi mağlup edebilmek için siyasi strateji ve taktik arayışlarına girmiş durumda.

Bu süreçte en önemli tartışma başlıklarından birini, AKP’nin beş seçim kazanmasını sağlayan siyasi başarının sırrının ne olduğu oluşturuyor. Burada özellikle AKP’nin İslamcı ideolojisinin bu başarıdaki payının ne olduğu, muhalefetin din ve laiklik konusunda nasıl bir tutum belirlemesi gerektiği ilk yanıt aranan sorular arasında yer alıyor.

Bu yazıda bu konularda birkaç başlığı tartışmaya çalışırken, AKP ve İslamcılık neden ve nasıl yükseldi sorusuyla başlamak istiyorum. Acaba, AKP ülkeyi kalkındırarak refah artışı mı sağladı? İslamcılık toplumsal, siyasal sorunlara herkesi memnun eden demokratik çözümler mi üretti de Türkiye tarihinde daha önce hiçbir partinin başaramadığı seçim başarılarını kazandı?

İslamcılığın yükselmesi ve AKP’nin üst üste beş seçim kazanmasında, başka faktörlerin yanı sıra 1990’ların uzayan kriz ortamında merkez sağ ve merkez sol partilerin iyice yıpranmış olmasından faydalanması önemliydi. Ancak, AKP’nin 2002 seçimindeki başarısını devam ettirebilmesinde daha çok da dış borç ve sıcak para hareketleri biçimindeki bol dış kaynak girişinin sağlanması ve bu sayede bir tüketim toplumu yaratılabilmesi çok etkili oldu. Bu dönemde özellikle konut ve otomobil sahipliğinde ciddi artışlar gerçekleşti. Bu sayede oluşan refah algısı olmasaydı, Türkiye toplumunda İslamcılığın bu kadar tutması da AKP’nin ve Erdoğan’ın bu kadar popülarite yakalaması da mümkün olmazdı.

Kanımca burada asıl ilginç olan, bol dış kaynak akışının çok uzun sürmesiydi ve bu da 2008 dünya ekonomik krizi karşısında ABD’nin bol bol dolar basıp çevre ülkelere sıcak para pompalaması sayesinde mümkün oldu. Bu borçların en önemli koşulu muhtemelen üretken yatırımlara ve sanayileşmeye değil, ithal tüketime harcanmasıydı. Bu yüzden de AKP döneminde müthiş bir borçlanma ve dış kaynak girişi sağlanmasına karşın sanayileşme ve kalkınma konusunda önemli bir başarı sağlanamadı. Üretken olmayan, ihracat artışı sağlamayan, daha çok da inşaat ağırlıklı bir yatırım furyası gerçekleşti. Duble yollar, otoyollar, köprüler, havaalanları ve hava taşımacılığı, taşra üniversiteleri, şehir hastaneleri, turizm, kentsel altyapı, konut gibi yatırımlar, hem modernleşme ve refah algısı yaratarak hem de ekonomik canlanma ve istihdam artışında etkili olarak, AKP’nin seçim başarılarına katkı yaptı. Ancak, ülkenin kalkınması yolunda pek fazla etkisi olmadığından, ülke ekonomisinin dış borç ve yabancı sermaye ihtiyacının daha da büyümesinden başka bir sonuç vermedi. Dolayısıyla, AKP’nin günümüzde refah algısını ve seçim başarılarını sürdürebilmesi, dış kaynak bulmaya devam etmesine bağlı. O yüzden, bugünün Türkiye’sinde kritik sorulardan biri, Batı dünyasının AKP Türkiye’sine sıcak para pompalamaya devam edip etmeyeceğidir.

***

AKP beş seçim kazanırken AKP’nin İslamcı ve yeni Osmanlıcı ideoloji ve politikası da popülerleşmişti. Özellikle alt ve orta sınıfların önemli bir kesiminde İslamcılığın ve yeni Osmanlıcılığın etkili olduğu görülmektedir. Daha önemlisi ülkede türban, imam-hatip okulları, kılık-kıyafet gibi popüler başlıklar üzerinden bir yaşam tarzı ve kültürel değerler çatışması görüntüsü ortaya çıkmıştır. Üstelik AKP’nin modernist değerler ile İslami-muhafazakâr değerler arasındaki bu çatışmayı körüklediği ve bu kültürel çatışmadan beslendiği görülmekte.

Eğer İslamcılık ekonomik, siyasal veya kültürel bir atılım geliştirememişse, bu kültürel çatışma İslami değerlerin yaygınlaşmasına nasıl katkı yapabildi? Toplumun yarısına yakınının bu ideolojiye bu kadar sarılması nasıl açıklanabilir?

Kanımızca, AKP döneminde İslamcılığın popülarite kazanması, ülkeye bol dış kaynak girişinin sağladığı refah algısından büyük ölçüde yararlanmıştır. Ama bir başka önemli konu, İslamcılığın, sınıf politikası ve sınıf dayanışmasına karşı, bireycilik ve sınıf atlama çabalarının ideolojik parolası haline gelmesidir. İslamcılık, solun temsil ettiği, anti-emperyalizm, kalkınmacılık, sosyal devlet ve çoğulcu demokrasi temeli politikalar karşısında, neoliberalizm ve tüketim ekonomisi, klientelizm ve himayecilik temelli bir siyaset anlayışının toplumsal kimliği haline gelmiştir. Bunda, İslamcılığın, düzene uyumlu olmak, otoriteye itaat etmek, kanaatkâr olmak gibi statükoyu ve egemenlik ilişkilerini pekiştirmeyi hedefleyen değerleri desteklemek için kullanılmasının da payı olmakla beraber, bireysel kurtuluşçuluğu destekleyen bir söyleme dönüştürülmesi daha önemli görünmektedir.

Sınıf dayanışması temelli kamusal politikalar yerine, iktidara ve sermayeye yanaşmacılıkla bireysel çıkar elde etme ve böylece sınıf atlama çabası kendini İslamcı bir görüntü ile ortaya koymaya başlamıştır. O yüzden türban serbest bırakılsın mı bırakılmasın mı tartışmasından çok, lüks arabalara ve lüks konutlara çağdaşlar mı yoksa muhafazakârlar mı sahip olacak tartışması daha sahici bir tartışma haline gelmiştir. Bir başka deyişle, toplumsal yaşama İslami sembolleri benimseyerek katılanlar arasında, siyasal güce ve ekonomik çıkarlara politik kanalları kullanarak ulaşma güdüsü oldukça güçlüdür.

Böylece, insanlara, “sınıf atlamak ve bireysel kurtuluşa ulaşmak istiyorsan İslamcılara katıl” mesajı verilmiş oluyordu. Nitekim İslamcılığı benimseyen kesimlerde bir takım dini ve ahlaki değerlerin yükselişinden çok, siyasal güç ve ekonomik nema elde etme, tüketimcilik gibi eğilimlerin baskınlık kazandığı görülmektedir. Bu nedenle, insanlarda kimlik arayışlarının artışı ve kimlik siyasetinin yükselişi gibi eğilimlerde, bireysel kurtuluşçuluğun yükselişinin önemli etkisinin bulunduğunu söylemek mümkün görünmektedir.

HHH

AKP’nin seçim başarılarında medya ve diğer siyasal iletişim araçlarını başarıyla kullanarak geniş toplumsal kesimler üzerinde ideolojik hegemonya kurabilmiş olmasının da etkisi var elbette. Ancak, AKP’nin sahip olduğu medya ağı veya dinsel kurum ve örgütlenmeler aracılığıyla yaratabileceği ideolojik yanılsamanın bir sınırı bulunmaktadır. İktidar tekelini kullanmasının ve otoriterleşmenin muhalefeti baskılama imkânı da seçim sonuçları üzerinde sınırlı bir etkiye sahip olabilecektir. Ekonomide artan sıkıntılar seçmen desteğini olumsuz etkilerken AKP’nin ekonomik krizi çözmeden yeniden seçim kazanması kolay görünmemektedir.

Ancak, diğer taraftan, Türkiye henüz ekonomik krizle karşılaşmış değildir. Son 3-4 yılda yaşanan durum ekonomik durgunluk tanımına daha uygundur. Ancak, AKP iktidarının 2023 seçimlerine kadar taze dış kaynak bulup bulamaması seçim sonuçları üzerinde büyük etki yaratabilecektir. AKP iktidarı için dış kaynak çıkışının hızlanması ve durgunluğun krize dönüşmesi ciddi bir risktir. Ekonominin krize girmesi, dış borç krizi, döviz rezervi krizi, döviz kurunun hızla yükselmesi gibi olasılıklar 2023 seçimleri üzerinde önemli siyasi etkiler yaratabilir.

AKP, bu nedenle, kısa vadeli dış kaynak sağlayarak ekonomide geçici bir rahatlama sağlama arayışındadır. Ancak bu arada ekonomi çok daha kırılgan bir yapıya bürünmüş, bu durum Batı dünyasının iktidar üzerinde daha kolay baskı kurabilir konuma ulaşmasını sağlamıştır. Bu da uluslararası sermaye piyasaları, uluslararası finans kuruluşları ve Batılı devletleri bir takım ekonomik ve siyasi tavizler koparma arayışına sokmaktadır.

2023 seçimine gidilirken dış kaynak sağlanarak ekonomideki sıkıntılara çözüm bulunamaması ve toplumda AKP’nin ekonomik krizi çözemeyeceği algısının yerleşmesi durumunda, değişim beklentileri artabilir. Bu durumda, yerli ve yabancı sermaye çevrelerinin iktidar alternatifi arayışlarına girmesi ve toplumun önüne yeni bir seçenek koymaya girişmesi de mümkündür.

Bu noktada önemli bir sorun muhalefetin değişim umudu verememesidir. Kanımızca, sol siyaset çıkış ararken kültürel değerler ve yaşam tarzı çatışması yaratma çabalarına kapılmadan, hangi görüntü içinde olursa olsun, ayrımcılık ve kayırmacılık, torpil, yolsuzluk, rüşvet vb. suiistimallerle ideolojik mücadeleye önem vermesi gerekmektedir. Bunun için, siyasetin amacının bireysel kurtuluş değil, kamu yararını sağlamak olarak görülmesi temel önemdedir. Sol, kalkınma, modernleşme, sosyal adalet, sosyal politika, toplumsal sorunların kamusal çözümlere kavuşturulması, sınıf dayanışması gibi başlıklara programında öncelikle yer vermelidir.