21 dakika

Can Binali Aydın

“İşçi grevi kıranlar elimizden kaçamaz!”

Uygun bir yer bulabilirsek böyle yazacağız pankarta. Tekel fabrikasında iki ustabaşı grev kırıcılığı yapıp işçiyi açlığa örgütlüyor. Bu sene de zam almayıversinlermiş canım, iş akitlerine son verilirse daha mı iyiymiş, çoluk çocuk perişan olunca ne yaparlarmış. Dost-düşman kabulümüzdür lakin düşmanla iş tutanla hukuk olmaz. Fabrika girişine muhakkak bu pankartı asacağız. Grev kırıcılar sabah uykulu gözlerle servisten yarı baygın indiklerinde pankartımız baskın verip hayalet gibi karşılayacak onları. Pankartımız sömürenden hakkımızı al, pankartımız işçiler adına yakalara yapış, pankartımız ölenlere ağıt yak. Pankartı asmasına asacağız da yazmasına yerimiz yok, biraz büyücek olsun istiyoruz elbet. Karar verdik hademe anam okuldayken bizim evde bitireceğiz işi. Sebahat, Aligül ve ben üçümüzüz. Dörde iki metre Amerikan kumaşı, bir kilo yağlı boya, sekizlik kestirme fırçasıyla eylem hazırlığımız tamam. İnsan haklıysa yakasında karanfille de hesap sormaz mı? 78 1 Mayıs’ında böyle dayanmadık mı Kazancı Yokuşu’na? Serçe tutar gibi sakınarak taşıdığımız karanfillerle ölenlerimizin düştükleri yerleri kapatmadık mı?


İlk illegal eylemimiz ama değme militanız, eylem yeri ve saatini birbirimizden bile saklıyoruz. Tecrübelilerimizden Zavallı kod adlı yoldaşın tornasından çıktık dilimizi sıkı tutacağız su koyvermek yok. Türkçe öğretmenidir, sendika gibi adamdır. Adını yazmayı uygun bulmuyorum. Talebe eylemlerine abilik ederken polis kaldırımdan bizi, o karşı kaldırımdan polisi izlerdi. Bir gün polis erine çok ezdirince bizi dombili komiser dayanamadı Cimbomun kalecisi Simoviç gibi atlayıp kapandı üzerimize. Her fırsatta bize “Devrimcinin duygusu yok, fikri vardır; devrim yapana kadar.” der duygusallığın mutlaka zaafı beraberinde getireceğini öğütlerdi ama gel gör ki şimdi nezarette aynı duvara sırt veriyorduk.

Polis sorgusunda “Parmak izi vermiyorum, bana lazım.” deyince insiyatif bize geçmiş, korku çuvalını yırtıp rahat bir nefes almıştık. Cesaret virüs gibi kapı altlarından, pencere diplerinden sızıyor; Zavallı’nın sloganları diğer hücrelerde yankılanıyordu.

Masayı sandalyeyi kenara çekip salonda yer açtık. Pankart memleketten gelmiş -safa getirmiş- soframıza diz kırıyor, uzak ama akraba. Gözünü sevdiğim bıraksak daha yazmadan kalkıp hesap soracak. Altı üstü iki kelam laf yazacağız iş dört saate dayandı boncuk boncuk terliyoruz, acemiyiz diye herhal. Yoruldukça el değiştiriyor fırça. Boya dağılmasın diye harflerin etrafına yapıştırdığımız koli bantlarını sökünce düğün arabasından harçlık kapmış gibi sevindik. Karanfil Lokanta’sının tabelası gibi nizami, tek eğri yok. Kurusun diye kaldırdık pankartı bir yere asacağız eyvahlar olsun. Boya olduğu gibi yere geçmiş. Koştum banyodan çamaşır suyu getirmeye, kurumadan silmeli. Anam solculuğumuza ses etmez parkeleri görürse fena haşlar. Baktım Aligül kalan boyayla yere bir şeyler yazıyor. Aligül Yoldaş ne yapıyorsun?

“Partinin ismi eksik çıkmış yoldaş onu tamamlıyorum.” Yoldaş istersen hole barikat kurup anamla da çatışalım.

Alt komşunun balkona astığı çamaşırdan iki parça arakladık, anneannemin yün dövdüğü tokmakla. Halkın havlusunu gene halk için alıyoruz. Bir elimizde mavi leğen diğerinde çamaşır suyu başladık yeri silmeye. Bir başladın mı da duramıyorsun dinine yanayım, burayı da şurayı da alayım derken dip köşe tertemiz ettik. İçinde devrim ateşi yanan deli fişek birer militan olmak için çıktığımız yolda gündelikçiliğe terfi etmiştik. Hükümete başkaldır, anandan kork. Neyse ki illegal iş yapıyoruz aramızdan sır çıkmaz öyle değil mi? Boyayı sildik kapıyı bacayı ardına kadar açtık çamaşır suyunun kokusu çıkartmaya. Bu sefer de pankart kurumuyor. Böyle katlarsak yazılar birbirine karışır. Adama demezler mi siz önce pankart yazmayı öğrenin sonra hesap sorarsınız düşmandan. Kurutmak için balkona asmaktan başka çare görünmüyor ama asarsak kabak gibi te Boyaciyan Bakkaliyesi’nden görünür. Saatler geçmiş lokma koymamışız ağzımıza. Kafamız durmuş, insanın nutku tutulur ya öyle olmuşuz. Sebahat, Yasemin kod adlı yoldaşa haber verelim dedi. Yasemin çiftçidir, yüksek okul bitirmiş ziraat mühendisidir. Zehir gibidir her zaman bir yolunu bulur. Adını yazmayı uygun bulmuyorum. Eylem güvenliği için onu eve getirmeyip parkta anlattık. “Ters asın yoldaş” dedi, “eğer boya alta çok geçmişse önüne de çarşaf asarsınız.” Ulan bu nasıl aklımıza gelmedi bir ara buna benzer bir şey söyleyecektim aslında.

Saatlerimizi ayarladık, ayakkabılarımızı sıkı bağladık, hazırız. Gece bekçisi Musa Yoldaş’ın devriyenin seyreldiği güvenli vakit olarak belirlediği aralıkta sabaha karşı pankartı asacağız. Olağan dışı bir şey olur da bizi kolladığı soteden düdük çalarsa tabanları yağlayacağız. Saat 05.05, başlıyoruz. Tellerden atladık fabrika arazisi içinde idarecilerinin kaldığı lojmandayız. Kırçıl köpek uyandı sesimize kuyruk sallıyor. Aferin oğlum, köpeklerin sadık dostlar olduğunu tüm dünya görecek.

Duvar dibinden eğile, sürüne kapıya ilerliyoruz. Bahçe katlarındaki evlerden birinin ışığı yandı, duralım. Bereket versin telaşlanacak bir şey yok hacı amca namaza kalkmış seccade seriyor.

05.15, fabrika karşısındaki bahçe demirlerine vardık. Pankartın alt köşelerini demire gerdik, üst köşeleri de ağaç dallarına tutturduk mu iş tamam. Elimiz kavuşmuyor Aligül dala yetişebilmek için ceketlerimizi dikenli telin üzerine attı, göğsünü tele sererek dala uzanmaya çalışıyor saat 05.22. Pankartın sol yanını bağladı. 05.23, acı bir düdük sessizliği çiziyor. Konuştuğumuz gibi iki uzun bir kısa çalan bu düdük Musa Yoldaş’tan geliyor. Aligül, haydi yoldaş gelen var. İnat etti bağlayacak pankartı. “Bırakıp kaçmışlar dedirtmem üzerinde partimizin adı yazıyor.” İnmesi için bacağına yapıştım saat 05.24. “Ölmek var dönmek yok demedik mi yoldaş?” Aligül etme eyleme kurbanın olayım yakalanacağız. Altı üstü bir pankart. Sebahat’la bakışarak -duygusallığa yer yoktu- alandan çekilme kararı aldık saat 05.25. On kere yapamaz, on birinciyi yine denerdik ama pisi pisine yakalanmak olmazdı. İkimiz ara sokağa doğru kaçmaya başladık, üç-beş adımda bir dönüp Aligül’le bakıyoruz. Haydi bırak inadı kaç be oğlum. 05:26, art arda iki el silah sesi; üç, dört, beş... Silah sesi durmuyor. Silah sesi kulaktan girdi, damarda geziyor. Silah sesi kara haber, zili çaldı eşikte bekliyor. Düdük sesi, siren sesi, telsiz sesi, kulağımızda kalan sesler. Kendimizi bir bina girişine atıp arkamızı kolluyoruz. Kolları ve boynu bahçe tarafına düşmüş Aligül’ün, kanadı takılmış kuş gibi tellerde öylece duruyor saat tamı tamına 05:26 Uğruna beş kurşun yediği pankartı bağlamış, Aligül’den pankarta kan sızıyor saat 05.26. Karadenizliydi, çakır gözlüydü, inatçıydı. 18 yaşında tanıdım onu öldüğünde 21 yaşındaydı. Aligül’ün bedenini telden aldılar yerinde cansız ceketlerimiz kaldı.

Aligül kod adlı Mehmet Fatih Ekşi hâlâ Tekel kapısındadır. Saat tastamam 05.26.