Dünya nüfusu 1990’da 5,3 milyardan 2020’de 7,7 milyara tırmanırken belirtilen tarihler arasında dünya işgücü de 2,3 milyardan 3,5 milyara çıkmış bulunuyor. Ücretli nüfusu 1980’lerin başlarında 1,2 milyar iken 2010’da 2,9 milyara tırmanıyor. İşçileşmenin çap ve temposu, işgücü içindeki ücretli payını sürekli arttırıyor.

Öte yandan 100 kadar ILO üyesi ülkenin 2000’li yıllara ait sendikalaşma yoğunluğu ortalaması yüzde 22,6. Geleneksel olarak sendikalaşma yoğunluğunun daha fazla olduğu ve tamamına yakını da OECD üyesi bulunan gelişmiş kapitalist ülkelere bakıldığında resim daha net görülebiliyor. OECD bünyesinde 1985’de yüzde 30 civarında bulunan sendikalaşma yoğunluğu 2018’de yüzde 16’lara gerilemiş durumda.

Bu verilerin söylediği basit gerçek şudur: Sendikacılık hareketinin nesnel zemini dünya çapında genişledikçe mücadele kapasitesi ve etkisi daralmıştır.

Sendikalar, işçi sınıfının evrensel örgüt biçimi olarak yasal varlığı ile iki yüz yılı bulan bir tanınırlığa sahiptir. Böylesine köklü ve renkli bir deneyime sahip bulunan sendikacılık kurumunun, işçileşmiş bir dünyada yaşadığı güçsüzlüğün sebepleri üzerine ne kadar araştırma yapılsa ve tartışılsa azdır. Zira konu, etkileri bakımından, insanlığın bu dünyadaki varlığı ile ilgilidir.

Peki, sendikacılık hareketinin uluslararası plandaki rakipsiz en üst örgütü olan Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC), bu çelişkili durumun ayırdında değil midir? 207 milyon üyeyi 250 milyona çıkarmayı 2018’deki 4’üncü kongresinde bir görev olarak önüne koyan ITUC son derece ilginç bir profil sergilemektedir. ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow, adı geçen kongrede diktatörlükler ve faşizm gibi geçen yüzyılda savaşılan aşırılıklarla bugün de savaşmak durumunda bulunduklarını belirtip, “Barış, demokratik haklar ve sosyal adalet için verilen mücadeleyi kazanmak için işçilerin gücü ve nesiller arası dayanışma gerekecek” demiştir.

ITUC örneğinde uluslararası sendikacılık hareketinin büyük paradoksu şöyle ifade edilebilir: Saptanan sorunların ve tanımlanan ihtiyaçların çapı karşısında önerilen çözümlerin etkisi fazlasıyla sönük ve hatta siniktir. Peki neden? Pandeminin kahredici etkisinden sanayi 4.0 ve robot teknolojisine uzanan bir çok nesnel gerekçe ileri sürülebilir. Yine de kilit bir sorun tanımlamak gerekirse, paradoksun yanıtı sendikacılık hareketinin siyasal eylemi ile ilgilidir

ITUC başta olmak üzere ana akım sendikalar, siyasal alanı kendilerinin dışında kurumsallaşmış ve siyasal partiler yoluyla temsil edilen alanlar olarak görüp, siyaset düzlemi ile kulis çalışmaları ve diyalog gibi mekanizmalarla ilişkilenmeyi sürdürmektedirler. Oysa tanımlanan sorunların da işaret ettiği gibi merkez siyasal alan dünya çapında çökmüş durumdadır; bir zamanların koca koca partileri bir illüzyon olarak mevcuttur; toplumların ve insanlığın acil müdahale bekleyen dev sorunları karşısında çözümleri bulunmamaktadır. Çözüm işçi sınıfına uzak değildir; sermayenin gerçek boyunduruğu altında işçileşmiş toplumsallığın siyasallaştırılmasını esas alan bir yönelim, sendikacılık hareketinin sıraladığı dev sorunlara verilecek en gerçekçi yanıt olacaktır.


*Bu yazı, Çalışma Ortamı dergisinin Eylül 2020 tarihli 165. Sayısında aynı başlıkla yayımlanan makalenin kısaltılmış versiyonudur.