Sosyalİst ufku savunacak İnsanlar, “gökten düşmeyeceklerdİr”, onları var edecek tek İmkan kendİ eylemlİlİklerİdİr

21.yüzyılda sosyalist ufku yeniden düşünmek

Gamze Yücesan Özdemir

21. yüzyılın başında kapitalizm kendisiyle birlikte tüm halkları ve gezegeni açık bir yok oluşa doğru götürürken, “bu toplumsal sisteme alternatif bir sosyalist ufku bugün değil de ne zaman konuşacağız” demeden edemiyor insan. 21. yüzyılın başında dünyanın farklı coğrafyalarında “parlama noktaları” olarak adlandırılabilecek isyan, direniş ve ayaklanmalar örgütlü bir süreklilik sergileyemez ve siyasal iktidarlara ciddi bir alternatif üretemezken, gerçekçi bir sosyalist ufku tartışmanın yerinde ve zamanında olmadığımız söylenebilir mi? Tam da bu noktada, bugün sosyalizm, geçmiş reel deneyimlerin olumsuz çağrışımlarıyla ötelenmesi gereken değil; yeniden kurulması gereken bir insanlık düşüdür.

Sosyalist ufuk, bir insanlık düşüne ve ütopyaya sahiptir ama ütopyacı değildir. Diğer bir deyişle, sosyalist ufuk, dayandığı teorik temelleri, bu ufku gerçekleştirecek özneye ilişkin kavrayışları ve bu ufka doğru yürüyüşü hazırlayacak stratejileri olduğu ölçüde, ütopyacı değildir. Dolayısıyla, sosyalist ufuk tartışması, teori, özne ve strateji meselelerini içermelidir. Teori, geçmişin, bugünün ve yarının toplum kavrayışına sahip bilimsel ve politik hattın belirlenmesi anlamına gelirken; özne, bu politik pratik içinde toplumsal dönüşümün faillerine işaret etmektedir. Strateji ise, genel mücadele hattının nasıl örüleceğini ifade eder.

Sosyalist ufuk, geleceğe ilişkin toplumsal muhalefet ve öngörüler alanının bir parçası olarak görülebilir. Günümüzde toplumsal muhalefete ilişkin üç önemli pozisyondan bahsedilebilir. İlki, son otuz yıllık birikimiyle “muhalif ama hegemonik” bir konumda bulunan radikal demokrasi projesidir. Bir diğeri, Batı akademisinin radikal demokrasiyle sınırlı hale gelen muhalefet alanına müdahale etmeyi hedefleyen yeni komünizm tartışmalarıdır. Yeni komünizm tartışmaları, “Komünizm Fikri” adı altında 2009’dan itibaren başlatılan konferans dizisini kapsamaktadır. Bu konferans dizisi Badiou, Zizek, Hardt, Negri ve Ranciere gibi son dönemin bilinen isimlerini komünizm tartışması etrafında bir araya getirmektedir. Çok farklı teorik geleneklerden gelen bu isimler için komünizmin anlamı, bugünle olan bağlantısı ve yeni bir siyasi başlangıç oluşturabilme imkanları farklılıklar gösterse de temel olan, komünizmi yeniden felsefe ve siyaset alanına taşıma çabasıdır. Toplumsal muhalefet alanındaki üçüncü pozisyon ise, Marksizmi temel alan sosyalizm tartışmalarıdır. 21. yüzyılda sosyalizm tartışmalarında, kapitalizm ve sınıflar mücadelesi merkezi önemdedir. Kapitalizmi bir toplumsal formasyon olarak irdeleme, açıklama ve aşma noktasında ortak bir ekonomi politik kavrayış benimsenmektedir.

Teori, özne ve strateji perspektiflerinde bu üç pozisyonun konumlanımlarına bakmak, toplumsal mücadeleyi haritalandırabilmek için önemlidir. Kuşkusuz, bu pozisyonlar kendi içlerinde farklılıklar içermektedirler. Bu yazı, söz konusu pozisyonların genel hatlarını, diğer bir deyişle kerteriz noktalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bazı durumlarda, barındırdıkları farklılıkların da altı çizilecektir.

Teorik Temeller
Radikal demokrasi için, büyük anlatıların reddi üzerinden geliştirilen mikro analizlerin ve mikro politikaların vardığı nokta tahakkümdür. Tahakküm çokludur, parçalıdır ve her yerdedir. Uzlaşmaz karşıtlıklara ve çelişkilere dayanan antagonistik (çelişkili) bir siyaset teorisi yerine, çatışmaların uzlaştırılmasını gözeten agonistik (çatışmacı) bir siyaset teorisi benimsenir. Dolayısıyla egemen politik konsensüs ciddi biçimde sorgulanmaz.
Yeni komünizm tartışmaları ise, son yılların sokak isyanlarında gözlemlenen “Ne istemediğimizi biliyoruz ama ne istediğimizi bilmiyoruz” halinden hareketle, radikal demokrasinin toplumun sözünü ve ideolojisini çöle çevirdiğini ve isyan halindeki halkı ne istediğini bilmez kıldığını vurgulamaktadır. Komünizmi siyasi ve felsefi anlamda canlandırmayı amaçlamaktadır. Yeni komünizm tartışmalarının teorik temelleri tartışmacıların konumuna göre felsefe, psikanaliz, pedagoji ve siyaset felsefesi gibi geniş bir yelpaze içerisinde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, postmodernist ve postyapısalcı akımların güçlü olduğu disiplinlerden beslendiği için çözümleme çerçevesi de yine bu akımların etkilerine açıktır. Hepsinin ortak noktası ise, komünizm fikrinin, bir hipotez ve bir ütopya olarak sahiplenilmesidir. Badiou, insanlığın sahip olduğu komünist hipotezin, bu hipotez altındaki sosyalist deneyimlerin başarısızlıkları sonucunda terk edilmemesi gerektiğini savunur. Yaşanılanları, bu hipotezin terk edilmesini gerektiren durumlar olarak değil de; hipotezin doğrulanmasının tarihi olarak ele almak gerektiğini vurgular. Zizek ise şöyle demektedir: “Bugün, komünizm çözümün adı değil, bir sorunun adıdır: Bütün boyutları ile bir paylaşım sorunudur.” Dolayısıyla, bir “ideal” olarak ya da “ebedi bir idea” olarak değil toplumsal eşitsizliklere tepki veren bir hareket olarak komünizm hala tam anlamıyla geçerlidir.

21. yüzyılda sosyalizm tartışmalarının teorik temelleri ise öncelikle şu soru üzerinden şekillenmektedir: “Dünyada görülen en bütünleştirici sistem olan kapitalizm ile teorik olarak yüzleşmekten kaçınmak için bilgiyi bütünleştirmeyi reddetmekten daha iyi bir yol olabilir mi?” Dolayısıyla sosyalizm tartışmaları, postmodernist ve postyapısalcı akımlara karşı kapitalizmin tarihsel ve bütünsel bir sistem olarak analizini ve bu analizde Marksizm’in sömürü, üretim ilişkileri ve sınıf mücadeleleri gibi temel kavramlarını merkeze almaktadır. Kapitalist üretim ilişiklerini incelerken emperyalizm ve faşizm analizlerini tekrar gündeme getirmekte ve dünyayı açıklarken büyük anlatılara yer vermektedir. 21. yüzyılda sosyalizm tartışmaları, Marksizm’in zengin teorik ve yöntemsel birikimi ile sınıfı ve kapitalist üretim ilişkilerini canlı, gerçek ve yaşayan kavramlar olarak ele almaktadır.

Özneye İlişkin Kavrayışlar
Radikal demokrasinin öznesi sınıflar değildir. Etnisite, toplumsal cinsiyet ve kimliklerle şekillenen bir ötekiler kavrayışı hakimdir. Toplum içindeki farklı konumlanımları adlandırmak için ezilenler, madunlar, sınıf-altı, prekarya, kent paryaları, tehlikeli sınıflar gibi oldukça çeşitli kavramlar entelektüel bir coşku ile dolaşıma sokulmaktadır. Politik özneler artık bir sınıf içinde konumlanmış özneler değil, ırk, toplumsal cinsiyet ve etnisite gibi farklı özellikleriyle tanımlanan karmaşık kolektif öznelerdir. Bu karmaşık özneler de söylem aracılığıyla kurulmaktadırlar. Dolayısıyla, toplumsal ve tarihsel gelişmeler/olaylar arasında bir nedensellik ve zorunluluk kurmak, “büyük anlatılar inşa etmek” artık mümkün değildir.
Yeni komünizm tartışmalarında özneye ilişkin kavrayışlar esas itibariyle ontolojik bireycilikten yola çıkmaktadır. Komünist hipoteze ilişkin adanmışlık, seçim, karar ve irade genelde birey temelli tanımlanmaktadır. Komünizm, bir insani var oluş olarak nitelenirken bunun arka planına ilişkin analitik çözümlemeler yerine; bu varoluşu kovalayan bireyin arzuları ve tamamlanmamış benliği ön planda tutulmaktadır. Tartışmaların içinde yer alan otonomcu Marksistler (Hardt ve Negri’nin de dahil olduğu bir akım) ise sınıf yerine “çokluk” kavramını sahiplenmektedirler. Otonomcu Marksistler toplumun her alanına yayılan sömürüye tabi olduğu düşünülen bir “çokluk”tan bahsetmektedirler. Fakat bu “çokluk” da yine tekilliklerin birlikteliği olarak kavranmaktadır. Dolayısıyla, yeni komünizm tartışmalarında özne meselesinde baskın bir birey vurgusu hakimken sınıflar ya da sınıflar mücadelesi gibi kavramlara fazlaca yer verilmemektedir.

21. yüzyılda sosyalizm tartışmalarının öznesi ise sınıftır. Sınıf, kapitalist üretim ilişkilerini hem açıklama hem de onu aşma gücüne sahip bir analitik kategori ve tarihsel özne olarak görülmektedir. Bu çerçevede sınıf, sosyal gerçekliği kavramak üzere bir epistemoloji ve yöntemin kurucu kavramıdır. Sınıf, kapitalist üretim ilişkilerini ve dahi kapitalist toplumsal formasyonda gündelik hayatı üreten ve yeniden üreten kurucu bir ilişkidir. Kuşkusuz, sınıf siyaset alanında kendisini çıplak olarak göstermez, sınıfsallık kültürel, siyasal ve ideolojik öğelerle bir arada oluşmakta, çözülmekte ve yeniden oluşmaktadır.

Stratejiler
Radikal demokrasi, tahakkümü ortadan kaldırmak için tanınmayı önermektedir. Tanınmanın politikası ise burjuva sivil toplum alanı içerisinde kalır. Bu alan, yaşamın içine yayılan pazarlıklar ve müzakereler alanı olarak kavranır. Dolayısıyla tahakküme karşı verilen mücadele temel olarak ahlaki ve etiktir.
Yeni komünizm tartışmalarında, pratik hayatla kurulan mesafeli ilişki, diğer bir deyişle akademik Marksizm, strateji meselesinin gölgede kalmasına neden olmaktadır. Yine de strateji konusunda oldukça farklı açılımlar da görülebilmektedir. Örneğin, radikal demokrasinin esnek, gevşek, muğlak ve parçalı mücadelesine karşı, Zizek gibi halk-hareket-parti-lider dörtlüsünü tekrar düşünmek gerektiğini savunanlar olduğu gibi; daha otonomcu ve özyönetimci pratikleri işaret edenler de bulunmaktadır. Ayrıca, otonomcu Marksizm, toplumsal varlığımızın özünü oluşturan ortak varlıkların, diğer bir deyişle “müşterekler”in savunusunu önemli bir mücadele hattı olarak tanımlamaktadır. Kapitalist üretimin giderek ortak varlıklara dayandığı vurgulanırken, ortak varlığın özerkliğinin, komünizmin de özü olarak, komünist bir projenin koşullarını sağladığı belirtilmektedir.

21. yüzyılda sosyalizm tartışmalarında ise strateji meselesi, kapitalizmi aşacak oluşumlar ve mücadele yöntemleri üzerinde yükselir. Bu yöntemlerdeki kendiliğindenlik, kolektif irade, karşı hegemonya ve sınıf bilinci gibi kavramlar ve kavrayışlar stratejilerin merkezindedir. Dolayısıyla 21. yüzyılda sosyalist strateji tartışmaları komite, konsey, sovyet deneyimlerinin analizleri ve halk-hareket-parti değerlendirmeleri ışığında yürütülmektedir. Devrimci pratik önemli bir başlıktır. Sosyalist ufku savunacak insanlar, “gökten düşmeyeceklerdir”, onları var edecek tek imkan kendi eylemlilikleridir. Devrimci pratik, ortak zaman ve mekanlarda insanların kendilerini geliştirmelerine imkan veren demokratik ve katılımcı siyasete ve bu siyasete imkan veren stratejilere de işaret etmektedir.

Sonuç olarak, kuşkusuz ki, gezegenin her kıtasındaki isyan, direniş ve ayaklanmaların seyri, önemli yeni deneyimler ve açılımlar yaratmaya devam edecektir. Son yıllardaki isyan ve direniş hareketlerine ilişkin bütünsel ve gerçekçi bir kavrayış ve tarihsel ve toplumsal dönüşümü açıklamayı ve aşmayı mümkün kılan yaklaşım 21. yüzyılda sosyalizm tartışmaları içinde yeşermektedir. Zira alternatif bir sosyalist toplum özlemi, insanlık onuru, eşitlik ve dayanışma için verilen mücadelelerde her zaman var olmuştur. Dolayısıyla, solun uzun gecesi sona ererken, gelin yüzyılın başında sosyalizmi yeniden talep edelim, inşa edelim!