22 Mart Cuma günü ekonomide yaşanan kur şoku, herkesin aklına Ağustos 2018’dekine benzer boyutta bir şok yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu getirdi. Bu soruyu sormamaya imkân yok, çünkü ekonominin o boyutta bir şoku kaldırmakta epey güçlük çekeceği biliniyor. Nitekim 2018 Ağustos’ta TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı günlük yüzde15,88 olurken, geçtiğimiz gün yaşadığı değer kaybı ise yüzde 6 […]

22 Mart Cuma günü ekonomide yaşanan kur şoku, herkesin aklına Ağustos 2018’dekine benzer boyutta bir şok yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu getirdi. Bu soruyu sormamaya imkân yok, çünkü ekonominin o boyutta bir şoku kaldırmakta epey güçlük çekeceği biliniyor. Nitekim 2018 Ağustos’ta TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı günlük yüzde15,88 olurken, geçtiğimiz gün yaşadığı değer kaybı ise yüzde 6 ile sınırlı kaldı.

Diğer yandan 2018 Ağustos öncesine bakıldığında ise dolar karşısında TL’deki değer kaybı yüzde 45 üzeri bir seviyeye sıçrıyor. Şimdi, bu kısa zamanda TL’nin bu kadar büyük bir kayıp yaşamasının nedenleri tartışılmalı. Fakat asıl ürkütücü olan, kurun hızlı değişkenlik göstermesi, teknik anlamıyla volatil olması, yaşadığımız gibi tek bir günde yüzde 6’lık, hatta yüzde 15’lik değer kayıpları yaşayabilmesi. Bu durum, ulusal para birimimizin dış dünyaya karşı ne derece kırılgan ve zayıf olduğunu gösterirken; aynı zamanda sağlıklı ekonomi politikalarının üretilmesine olanak tanıyacak öngörülebilirliği, ekonomiye dair doğru tahmin yapma ihtimallerini ortadan kaldırıyor.

22 Mart’taki yüzde 6’lık değer kaybının nedeni

Geçtiğimiz cuma günü olup bitene bakalım. Uğur Gürses’in şu saptaması yerinde: Uzun zamandır açık ekonominin doğasına aykırı bir şekilde ekonomide hem faiz hem de kur kontrol edilmeye çalışıyor. Ve bu, olması gerektiği gibi MB üzerinden değil, kamu bankalarının döviz alış-satışları üzerinden yapılıyordu. 22 Mart Cuma günkü şok ise Türkiye’nin CDS’lerinin yükselmesi ve MB’nin rezervlerindeki erime ile açıklanıyordu. Soru ise şu: MB’nın rezervlerindeki bu erime nereden kaynaklanıyor? Gürses, bu soruya, döviz satışı sonrasında kamu bankalarında oluşan açıkların MB tarafından kapatıldığı bir senaryonun güçlü olduğu şeklinde yanıt veriyor. Çünkü MB’nin bilanço hareketlerine bakıldığında eriyen meblağın söylendiği gibi enerji ithalatçısı firmaların ihtiyacından çok daha fazla olduğu anlaşılıyor.

Yani sözün kısası, açık bir piyasa-serbest ekonominin ruhuna ters biçimde MB dolaylı olarak hem kuru hem de faizi baskı altına almış, bu da 22 Mart’ta sona gelmişti.

Ağustostan beri ne değişti?

Bilindiği gibi 2018’in Ağustos ayında kur şoku yaşanmış, dolar/TL 7,20 seviyesinin üzerini zorlamıştı. Bunun sadece bir kur şoku olmadığı, ekonomide kriz dinamiklerini harekete geçirdiği, bu şoku izleyen birkaç gün içinde ortaya çıktı. Dolar kuru 7’li seviyelerden önce 6’lı seviyelerde yatay kaldı, ardından 5,30-5,50 bandına yerleşti. Nihayetinde 2 Ağustos’ta 3,76 olan döviz kuru 5’li seviyelerde takılıp kaldı ve artık bu seviye ‘yeni normal’ olarak algılanmaya başlandı. Kriz ile birlikte döviz kuru ve faiz eşanlı yükselişe geçti. Buna bağlı olarak tüketici enflasyonu 2018 başındaki yüzde 10,35 seviyesinden kur şokunun etkisiyle önce yüzde 25,24’e sıçradı, ardından 2019 Mart itibariyle yüzde 19,67’ye düştü. 2017’de yüzde 7,4 büyüyen Türkiye ekonomisi, 2018 yılında iki çeyrek üst üste daralarak resesyona girmiş oldu ve yılı yüzde 3,2 daralma ile kapadı. Tüm riskler ve tüm çarpıklıklar ortadayken, yapısal, yani bu krize neden olan faktörleri çözmek yerine günü kurtarmaya yarayan, parayı bir cepten bir cebe aktararak sadece bir hacim yaratmaktan öteye gidemeyen adımlar atıldı. Kriz kelimesi resmi ağızlar tarafından reddedildi, ekonominin girmiş olduğu bu girdabın sorumluluğu ‘dış güçlere’ havale edildi. Büyük miktarlarda teşvik verilse de ne istihdam yarattı ne de üretim. 2018 Nisan’da yüzde 9,6 olan işsizlik oranı hiç geri adım atmadan yüzde 13,5’lere kadar yükseldi, yılı yüzde 11 ile kapadı. 2 milyar TL üzeri tarımsal desten verildi, üretime dönüşmedi, bilakis 2017’de yüzde 6 büyüyen tarım sektörü 2018’de yüzde 0,5 daraldı. Elektrik ve doğalgazda indirim müjdeleri verildi, 2018 yılında elektrik yüzde 45, doğalgaz yüzde 27 artarak enflasyonun üzerine çıktı (TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu rakamları).

Dolayısıyla krizin başlangıç ve gelişme süreci ele alındığında, çözümlerin işe yaramadığı ortada. Hatta bu çözümlerin olan durumu daha kötüleştirdiği, faturayı daha da ağırlaştırdığı ortada. Her geçen gün enflasyon ve faiz aleyhe çalışıyor, döviz kurundaki ani ataklar dengeleri şaşırtıyor, ekonomi daraldıkça işsizlik ve yoksulluk üretiyor.