Toplumsal değişimi anlamak ve geleceği öngörmek isteyenlerin düşebildiği temel bir yanılgı var. Zamanda daha önce olanın daha sonra olanı belirleyebilmesi ilkesini yanlış yorumlamak Böylece gelişmelerin önceden planlandığı gibi aktığı yanılgısına düşmek. Şimdi gördüğümüz herhangi bir durumun önceden planlanmış olduğu inancına komplo teorisi deniliyor. En bilinen ve maalesef okuryazar kesimde de çok rağbet bulanı başta Rotschild […]

Toplumsal değişimi anlamak ve geleceği öngörmek isteyenlerin düşebildiği temel bir yanılgı var. Zamanda daha önce olanın daha sonra olanı belirleyebilmesi ilkesini yanlış yorumlamak Böylece gelişmelerin önceden planlandığı gibi aktığı yanılgısına düşmek.

Şimdi gördüğümüz herhangi bir durumun önceden planlanmış olduğu inancına komplo teorisi deniliyor. En bilinen ve maalesef okuryazar kesimde de çok rağbet bulanı başta Rotschild ailesi olmak üzere beş on ailenin dünyayı yönettiği inancı. Bu ailelerin dünyanın her yerinde kimin siyasetçi olacağını, kimin ne zaman iktidara geleceğini, nerede ne zaman darbe olacağını hep kendi planları doğrultusunda belirlediklerine inanan epey insan var. Komplo teorileri özellikle baskı, kargaşa dönemlerinde daha da yaygınlaşıyor. Bu inancın gerisinde olup biteni anlamakta zorlanma, daha önemlisi de olaylar karşısında hissedilen çaresizlik duygusu yatıyor. Hayatımızı belirlemek için kendimizi ne denli güçsüz hissedersek, hayatımızın bir “büyük güç” tarafından belirlendiği inancına daha çok sığınıyoruz. Zayıflığımızla yüzleşmekten korunmuş, teslim olmamıza kılıf bulmuş olmamız da cabası oluyor. Özellikle siyasal alandaki değişimler için komplo teorileri daha kolay rağbet buluyor. Oysa siyasal alana yapılan müdahaleler öngörülen sonucu çoğu zaman vermiyor. Toplumsal dinamiklerin yasaları klasik fizik yasaları gibi işlemiyor. Genellikle umulandan farklı sonuçlar ortaya çıkabiliyor. AKP’lilerin ve kimi CHP’lilerin çok sevdikleri bir olay iyi bir örnek olabilir. Deniz Baykal, 2010 Referandumu öncesi özel hayatı ile ilgili bir gizli çekim görüntünün yayınlanması sonrası istifa etmiş ve Kılıçdaroğlu genel başkan olarak seçilmişti. Çoğu kişi Baykal’ın kasetini yayınlayanların amacının Kılıçdaroğlu’nu genel başkan yapmak olduğuna hala inanıyor. Bu inancın aslında tek nedeni önce istifanın gelmesi ardından da Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi. Oysa, Baykal’ ı istifa ettirenler sadece referandum öncesi CHP’yi zayıflatmayı amaçlamış; Baykal istifa ederken Kurultay’ da güven tazeleyerek yeniden genel başkan olmayı planlamış, CHP içindeki bir grup hem Baykal’ın önünü kesmek hem de parti tabanı olmayan Kılıçdaroğlu’ nu geçiş döneminde geçici olarak genel başkan yapmak istemiş olabilirler. Demem o ki kimsenin öngörüsü gerçekleşmemiş müdahale kimsenin planlamadığı bir “değişmez genel başkan Kılıçdaroğlu” sonucunu doğurmuş olabilir.

Benzer biçimde 2002 de dünya kapitalizminin AKP’ ye destek verirken, RTE’ yi popüler ama önemsiz bir vitrin mankeni, Gül ve Babacan’ı ise “our boys” olarak görmüş olmaları olası değil mi? Hatta Gül ve Babacan da öyle düşünmüş olamazlar mı? Bir örnek de topluma yönelik müdahalelerden. Doksanlarda Ankara’ da gecekondu bölgelerinde yapılan bir toplumsal müdahale projesinden söz edilir. Kadına yönelik şiddetle kadının ekonomik olarak kocaya bağlı olması arasında dolaysız bağlantı kuran ekip, gecekondulardaki ev kadınlarına evde para kazanabilecekleri işleri öğretmeye başlarlar. Kadın böylece ekonomik gelir elde edebilecek ve kocaya olan bağımlılığı azalacaktır. Kadınlar para kazanmaya başlarlar gerçekten ama bunun sonucu koca dayağının artması olur! Adamlar, hem paraya el koymak hem de kadının kafasını kaldırmaya kalkmasını engellemek için daha çok şiddet uygulamaya başlarlar…

Ne toplum yapılan müdahalelere öngörülebilir tepkiler veriyor, ne de siyasal alanın aktörleri ve kurumları.

RTE-AKP-MHP, 31 Mart İstanbul seçimlerini böyle pespaye bir yolla iptal ettirerek siyasal alana darbe olarak adlandırılması gereken bir müdahale yapmış oldu. Aynı RTE-AKP-MHP kliği 23 Hazirana kadar olan süre için de bir siyasal müdahale planlamış ve bir öngörüde bulunmuş olmalı. Seçimi “anasının ak sütü gibi helal” olarak kazanmasına karşın mazbatasını geri teslim ederken İmamoğlu ve CHP-İYİ parti de bir plan yapmış ve öngörmüş olmalılar. Peki İstanbul seçmeni ve tüm Türkiye bu planlara göre yapılan müdahalelere nasıl bir tepki verecek? Dahası iki taraf da öngörüleri tutmazsa ne yapacaklar? Ben ne yapacaklarını kendilerinin de bildiklerini sanmıyorum.

Sanki cin şişeden çıktı. Belki de asıl endişelenmemiz gereken bu…