Geçen haftaki yazımda özetle; İstanbul ilçelerindeki yeniden sayım ve itiraz sürecinde gösterilen dikkat ve mücadelenin YSK aşamasında ve diğer bölgelerde gösterilemediğini, aslında tepeden tırnağa siyasi bir sürecin oyların doğru sayımına indirgendiğini eleştirel/özeleştirel bir şekilde anlatmaya çalışmıştım. Ayrıca 23 Haziran’da YSK veya önceki aşamalarda benzer bir hukuk dışı müdahaleye engel olacak, sayımın doğruluğunu aşan bir perspektif […]

Geçen haftaki yazımda özetle; İstanbul ilçelerindeki yeniden sayım ve itiraz sürecinde gösterilen dikkat ve mücadelenin YSK aşamasında ve diğer bölgelerde gösterilemediğini, aslında tepeden tırnağa siyasi bir sürecin oyların doğru sayımına indirgendiğini eleştirel/özeleştirel bir şekilde anlatmaya çalışmıştım. Ayrıca 23 Haziran’da YSK veya önceki aşamalarda benzer bir hukuk dışı müdahaleye engel olacak, sayımın doğruluğunu aşan bir perspektif geliştirilmesi gerektiğini vurgulamıştım.

Şöyle ki 23 Haziran’ın ve seçime kadar geçecek sürenin kısalığıyla mukayese edilemeyecek bir önemi olduğunu düşünüyorum, yazımda anlatmaya çalışacağım. Yerel seçim dinamiklerinden çıkarak, iktidarın adeta kendisini tekrar oylattığı, muhalefetin ise kazandığı seçimin tekrar seçimine girmeyi kabul ederek olağanüstü bir risk aldığı atipik bir seçim söz konusu.

Önce hangi zeminde bu seçime gittiğimizi güncelleyelim. YSK aynı üyeleri ve aynı kurumsal yapısı ile orada duruyor olacak. İktidar aynı anti demokratik ve hukuk dışı tutumu ile var olacak. Hatta bu ikisinin 31 Mart sonrasında aştıkları hukuki, siyasi ve etik bariyerler nedeni ile daha cüretkar olacaklarını kestirebiliriz. Belki iletişim dili düzeyinde kozmetik değişiklikler yapacaklardır. İktidar il/İlçe seçim kurullarına HSK kararnamesi ile, sandık kurullarına ise mülki amirlerin düzenlediği liste yoluyla müdahale edebilir.

Esasen bahsettiğim hukuk dışı cüret ve müdahale kabiliyeti bu hilelere başvurmadan doğrudan YSK eliyle seçimi gasp edebildiklerini gösterdi iki kez: mühürsüz oylar geçerli sayıldı ve İstanbul seçimi iptal edildi.

Muhalefet bloğunun artan farkındalığı ve seçimin basitliği sandık başı usulsüzlüklerini ve sayım yolsuzluklarını önemli ölçüde engelleyecektir. İktidarın hukuk dışı bir şekilde elde ettiği anlaşılan bilgileri kullanarak sandığa gitmeyen seçmene yükleneceği anlaşılıyor. Buna karşın çekilen adaylar muhalefete avantaj sağlayacak gibi. Tarihin en “garip” seçimlerine giderken zeminimiz özetle böyle.

İktidarın bu “rus ruletini” niye göze aldığına dair çok şey söylenebilir, hatta bilinmedik bir hesabı olduğu bile dillendirilebilir. Benim kanaatim sandığa gitmeyen ve küskün seçmen üzerine çalışarak kazanacağını kestirmiş olması. Metin Çulhaoğlu ayrıca, muhalefetin adayı kazanırsa “doğru dürüst hiçbir iş yaptırılmayacağına (fiili müdahale) olan güven ve radikal yasa değişikliklerine başvurarak belediye başkanlarının seçimle gelmelerine son verilmesi (hukuki müdahale)” alternatifleri nedeniyle “kaybedersek bu şekilde müdahale ederiz” rahatlığını ekliyor.

Tüm bu tespitlerin ışığında 23 Haziran sürecinin en verimli sorusu; AKP “meşru” bir şekilde 23 Haziran seçimini kazanırsa ne yapmalı? Muhalefet meşru bir şekilde kazandığı 31 Mart seçiminin üzerine bir bardak soğuk su mu içecek? Yoksa durum 1-1 oldu diyerek işi “play off”a mı çevirmeye çalışacağız!

Bu sorunun kendisi ve cevabı iktidarın ve muhalefetin cüret ve müdahale kabiliyeti mukayese edilerek değerlendirilmezse rejimin kullanışlı aparatları yine devreye girer. Zaten iktidarın doğasında var olan “meşru” olan ve “gayrı meşru” olanı belirleme kudreti daha nobran bir şekilde kendisini gösterir.

Bu süreç en verimli şekilde “sandık farkındalığı aynı zamanda bir siyasallaşmaya” dönüştürülerek kullanılabilir. Bu siyasallaşma her şeyden önce iktidarın seçim sonrası hukuki ve fiili müdahalesini sınırlayacaktır. En önemlisi de siyasi faaliyetin asli hedefi olan/olması gereken iktidarı elde etme hedefine yaklaştırır.

Bu seçim emekçiler, gençler, işsizler, kadınlar açısından geleceklerine, gündelik yaşamlarına sahip çıkmak için bir imkan sunuyor.  İktidar elitlerinin hukuk dışı uygulamalarla “gitmemek” yönünde sergiledikleri iradeye karşı, kendilerinin ve çocuklarının geleceklerinin “güzel olması” için büyük umutlar beslemeye devam edeceklerini ve bu umutlarını terk etmeyeceklerini gösterebilecekleri bir “fırsata” dönüşebilir.

24 Haziran sabahı yeni bir YSK darbesi ya da sonrasındaki hukuki ve fiili saldırılara, hele hele meşruiyet kaygısından tamamen kopmuş bir iktidara, siyasal olarak amorf bir hale gelmiş, bir gün önce Denizleri asanlara rahmet dileyip ertesi gün Denizleri anan kafa karışıklığı ile karşı durulamaz.