Bu ömrü yokuşlular ülkesinde şüphesiz en dik yokuşu öğretmenler çıkmakta. Binbir çaba, özveri, dert ve ter içinde...

Bu ömrü yokuşlular ülkesinde şüphesiz en dik yokuşu öğretmenler çıkmakta. Binbir çaba, özveri, dert ve ter içinde...

“ Öğretmek, iki kere öğrenmek demektir.” derler. Hangimiz anı, iki kere öğrenme çabasıyla yaşıyoruz ki..

Yukarıdaki iki küçük paragrafla başlayan, güzellemeden öte bir yazıyı belki 5 Ekim'de yazmalıydım. O gün yazmadım da bugün neden yazıyorum? 24 Kasım günü sabah kahvaltısından itibaren radyoda başlayıp, gazete ve televizyonlarda dur duraksız öğretmenlere yönelik gaz bombardımanından sonra dayanamadım, yazdım işte..Gaz bombardımanı dedim se o bildiğimiz, mutad, polis saldırıları değil. Cümle iki yüzlü zevatın, gün boyu öğretmenlere yönelik; “ siz büyüksünüz siz ulusunuz, eli öpülesi insanlarsınız, takdire ve övgüye layıksınız..” benzeri gaz verme söylemleri, bir tür gaz verme bombadımanı sözünü ettiğim.

Ucundan yada kıyısından, büyük çoğunluğu sahte de olsa öğretmene ilişkin, eğitime ilişkin sorunların dile getirilmesi bakımından bir nebze de olsa olumlu yönleri olan bir kutlama günü.

Elbette, 12 Eylül zorbalarının, çirkin yüzlerini maskelemek için, oynadıkları oyunun bir parçası olduğunu unutmamak kaydıyla. Kendilerini emperyalizme uşak kılmış, kapitalizme biat etmiş taşeronların;

devletin eğitime yönelik sorumluluğundan söz eden, öğretim üyeliğinin bir kamu hizmetini yerine getiren bir meslek olarak düşünülmesi gerekliliğini vurgulayan,

“ Eğitimin barışa, tüm uluslararasında ve tüm din ya da ırk grupları arasında dostluğa, hoşgörüye ve karşılıklı anlayışa yapabileceği katkıya en büyük önem verilmelidir.” önerisinde bulunan ve;

Öğretmenleri özellikle ilgilendiren sorunlara ilişkin kurallar aracılığıyla var olan normları tamamlamak ve özellikle öğretmen açığına çare bulmak dileğiyle”

diye bitirilen bir metnin imza tarihini taşıyan 5 Ekim'i Öğretmenler Günü ilan etmesini beklemek abesle iştigale denk düşerdi ancak.

Başta Başbakan olmak üzere, verilen bütün gazların ötesinde ülke gerçekleri gün gibi ortada.

Bu ülkede, subay-assubay, polis, imam ve müezzin atanmak için yıllardır beklemiyor, hemen ataması yapılıyor iken öğretmenlerinin atamaları yapılmıyorsa, o devletin adını gelin siz koyun! Atama bekleyen öğretmenlerin tümü bu gün atanmış olsa – ki tamamı ihtiyaç kapsamı içindedir- sadece % 30 oranında bir personel arttırımı söz konusu olacaktır.

Çok mu?

AKP hükümeti'nin 2012 yılında sadece polis ve din adamı atamalarında % 20'yi aşan bir oran ortada iken; % 30 oranında bir atama çok mu?

Başbakan, son on yılda 350 bin öğretmen atadıklarından söz ederken diğer alanlardan ve özellikle oranlardan hiç söz etmiyor. Oysa, son on yolda ataması yapılan yeni polis sayısı oranı % 85'lere dayanırken, öğretmen atamaları % 60'lar seviyesinde kalarak, imam ve müezzin atama oranlarını ancak yakalayabilmiştir. Bu zaten hep böyledir; İhracat rakamları verilirken ithalat rakamlarından hiç söz edilmez, büyüme rakamları verilirken, küçülenlerden hiç söz edilmez. Klasik dezenformasyon, sözün üzüyle, yalan dolan ağzıdır bu.

Farkındayım, buraya kadar malumun ilanı ile meşgul olduk. Malumun ötesine geçip, ikiyüzlü zorbaların maskelerini aşağı çekmekten öte bakın şunlar şunlar da oluyor demek o kadar da kolay değil. Kolay değil, ama olanaksız da değil. Evet, belki Türkiye'de eğitim alanında sendikal faaliyetin baskılar karşısında ilerleme kaydedememesi mazur görülebilir. Unutulmamalıdır ki bir fanus içinde bile bir bitki yetiştirilebiliyorsa, içinde bulunduğumuz baskıcı, gerici, yeni liberal fanus içinde de yapılabilecek pek çok şey bulunmaktadır. Yeter ki köklerin tutanabileceği kadar toprak ve döngüyü sağlayacak kadar su ve nemi o bitkiye sağlayalım, göreceksiniz her gün bir öncekinden farklı olacaktır.

Kapitalizmin ihtiyaçlarına göre değil, insan ihtiyaçlarına göre özgür emeğin içinde olduğu özgür bir eğitime yönelik ip uçlarını bize geçtiğimiz hafta İtalyan öğrenciler gösterdiler.

Günlerdir, okulları işgal ederek, kendi eğitimlerini kendileri sağlıyorlar.

“Politikacılar bizi düşünmüyor, biz de kontrolü elimize aldık. Geleceğimiz için savaşıyoruz. Kendimiz dersler düzenliyoruz. ‘TehlikeliOyun’ (Die Welle) gibi eğitimle alakalı filmler gösteriyoruz. Burada yatıp kalkıyoruz” diyerek Erdoğan'ın kardeşim dediği Berlusconi ve şimdilerde ardılı Monti'ye kafa tutan öğrencilerden 16 yaşındaki Andrea'da o fanusun içinden, bir gün gelecek kırılacak olanda çatlaklar yaratma çabasında..

Tıpkı ülkemiz meydanlarından YÖK'e kafa tutan gençler gibi.....